ASTRONOMİ TARİHİ

      Astronomi, gök cisimlerini ve gök olaylarını inceleyen bilim dalıdır. 2000-3000 yıl önce günlük yaşamın bugünkü kadar karmaşık olmadığı düşünülürse, insanlar gece gökyüzüne daha çok bakma imkanı bulabilmişlerdir.

      Dikkatlerini çeken her şeyi kafalarında biriktirmişler, kayalara işlemişler, çocuklarına anlatmışlardır. Bize ise onların kaydettikleri bilgiler kalmıştır. Gökyüzü eski tarihlerde farklı görünümlerde olmuş olabilir. Örneğin; Sirius (Akyıldız) yıldızının günümüzde çok zor görülen ileşeni Sirius B, Afrika’da bir kavim tarafından kayalara tarihin ilk çağlarında işlenmiştir.

      İnsanların ilk ortaya çıktığı tarihlerde Güneş’imiz ise kırmızı, Dünya’nın atmosferi kalın, Dünya daha sıcak, her taraf volkanlar ve sıcak sularla kaplı idi. Atmosfer daha kalın olduğundan gökyüzü kapalı, bulutlu ve açık olduğunda bile net bir gökyüzü yoktu. Bu yüzden gökyüzünde bugünkünden daha farklı bir gökyüzü vardı.

      Eski tarihlerde gökyüzünden yol ve yön bulmada yararlanılıyordu. Gök cisimlerinin zamanla konumlarını karşılaştırıp, yıldızları gruplara ayırıp bir takım cisim ve hayvanlara benzetmişlerdir. Bu tür gözlemler insanların yaşamına kolaylık sağladığı için onlardan yararlanma yoluna gitmişlerdir. Örneğin; İpek Yolu’nda, gece kervanlar yolculuk yaparken yollarını kaybetmemek için gökyüzündeki parlak cisimlerin konumlarından faydalanmışlardır.

      Öncelikle zaman ve konum belirlemede insanlara gökcisimleri yararlı olduğundan astronomi gelişmiştir. Eski tarihlerde insanlar bunun için sadece duyu organlarını kullanmışlar, daha sonra yani 1610 yılına gelindiğinde teleskobun kullanılmasıyla bilgi birikimi artıyordu. Son yıllarda ise farklı dalga boylarında dedektörlerin yapılması ve kullanılması ile astronomi gelişiminin hızı daha da artmıştır. Atmosfer dışı gözlemlerin başlamasıyla bilgi birikimi çok yüksek seviyeye ulaşmıştır.

      Takvim kavramı da o dönemlerde ortaya çıkmıştır şöyle ki; insanlar o dönemlerde Güneş’in ve Ay’ın ufukta farklı yerlerden doğup battıklarını keşfetmişler ve bu gökcisimlerinin düzenli olarak değişiminden yararlanmışlardır. Mevsimsel değişimin,sıcaklık değişiminin bir yıllık dönemle değiştiğini buluyorlar, yaşamlarını Ay’a göre planlayıp, onu saat ve takvim olarak kullanıyorlar. Doğa koşullarının özellikle mevsimlerin Ay’la bir ilişkisi olmdığını, Güneş’le bağlantılı olduğunu görüyorlar. Ay’a bağlı takvimi bırakıp Güneş’e bağlı takvimler kullanıyorlar. Hatta bazen yıldızları da takvim olarak kullanıyorlar. Örneğin; Eski Mısır’da Nil Nehri taşmaya başladığında Akyıldız’ın en iyi görüldüğü konumda bulunduğunu tespit etmişlerdir.

      Günümüzde astronomi bilgisine pek ihtiyaç duymuyoruz. Uzak geçmişte günlük yaşantıda astronomi bilgisine özellikle ticaret hayatında gece yolculukları sırasında yön bulmada ihtiyaç duyulmuştur. Yaşanılan yerleşim merkezlerinin fazla aydınlatılmadığı dönemlerde gökcisimleri daha parlak, daha canlı gözlenebilmektedir.

M.Ö. 3000 – M.Ö. 600 Yılları Arasındaki Astronomi Çalışmaları

ESKİ ÇİNLİLER : ( M.Ö. 3000 – M.Ö. 600 )

      Eski Çinliler’de medeniyet oldukça ileri bir seviyedeydi. Şöyleki; Türkler’ den korunmak için Çin Seddi’ni yapmışlardır.

Ay’ın ve Güneş’in görünür hareketlerini çok sağlıklı saptamışlar. 1 yılın 365.25 gün olduğunu biliyorlarmış ve buna göre takvim yapmışlar. Tutulmaları gözlemlemişler ve nedenlerini doğru olarak yorumlamışlar, bunların dönemli olduğunu görmüşler. Ay ve Yer’in yörünge hareketlerini belki de biliyorlardı.

Süpernova, nova patlamalarını kaydetmişler. Günümüzde bu kayıtlardan yararlanarak yıldız evrimi modelleri denetlenmektedir.

 

Güneş lekelerini gözlemişler, fakat nasıl gözledikleri bilinmiyor. Gezegen gözlem kayıtları yoktur.

 

BABİLLER :

      Aynı dönemde Babiller’de de oldukça fazla astronomi çalışmaları vardı. Öncelikle Babiller, Çinliler’in bildikleri bilgilere sahipti. Gezegenlerin yıldızlardan farklı olduğunun kanıtlarına ilk olarak Babiller’de rastlıyoruz. Gezegenlerin geri hareketlerini izlemişler, fakat bunlar hakkında yorum ve kanıtlar yok. Çinliler gibi tutulmaları izlemişler ve tutulmanın dönemini bulmuşlar: 18 yıl 11 gün (saros dönemi).

Babiller zamanında şu düşünce gelişmiştir: Dünya’da birçok insan ve gökyüzünde de birçok yıldız var, her insanın bir yıldızı olmalı. Güneş’in, Ay’ın ve gezegenlerin doğma batma zamanları ve yıldızların sönmesi gibi olaylar insanların hayatlarıyla ilişkili olabilir. Bu ilişkileri anlamak için gözlemler yapmışlar fakat bu konudaki soruları yanıtlayamamışlar. Yıldızların gökyüzündeki hareketlerinin insanların hayatlarını, karakterlerini etkiliyor diye düşünüyorlar. Böylece “astroloji” nin bu çağda doğduğunu görüyoruz.

MISIRLILAR :

      Mısırlılar’da bu dönemde Sirius yıldızının hareketlerine göre takvim yapmışlar. Sonraki dönemlerde Güneş takvimine geçilmiştir.1 yıl 365 gün alınmıştır. Özellikle geometride oldukça ileriydiler. Daire ile ilgili bilgileri var ve pi sayısı biliniyor. Merkür ve Venüs’ün Güneş etrafında dairesel yörünge hareketi yaptığını biliyorlardı.

Eski İngiltere : Bu dönemde daha çok Ay, Güneş ve gezegenlerin görünür hareketlerine ait gözlemler. En önemli yapıt “Stonehenge” denilen yapı: Her biri 5 – 10 ton ağırlığında, 15 – 20 tane taş, bir arazi içinde iç içe daireler üzerine dizilmiş, 2 – 3 m. boyunda değişik boylarda taşlardan oluşmuştur. Belli numaralı taşların doğrultusundan bakılınca belli gök cisimlerinin doğma batma konumları bulunuyor.

AMERİKA :

      Maya’lardan bize kalan kayıtlar; burçlar kuşağı, Ay, Güneş ve gezegenlerin günlük hareketleri üzerine. Güneş burçlar kuşağının merkezine konulmuş. Bunlar da Güneş takvimi kullanmışlar.
 

M.Ö.600 – M.S. 200 YILLARI ARASINDAKİ ASTRONOMİ ÇALIŞMALARI


ESKİ YUNANLILAR :

      Bu dönemde günümüzdeki üniversitelere benzer okullar vardı. Astronomide bu döneme ait gelişmeler filozofların tek tek katkıları şeklinde olacaktır.

THALES : ( M.Ö. 640 - M.Ö. 545 )

      Geometriye dayalı çalışmalarda bulunmuştur. Geometriyi iyi bildiği için Ay’ın ve Güneş’in görünür hareketleri üzerine çalışmıştır.

Dünya’nın denizlerle çevrili düz bir kara parçası olduğunu düşünmüş. Thales’in bıraktığı dünya haritası yukarıdaki gibidir. Haritada Akdeniz, Avrupa ve İskandinavya kıyıları çok iyi çizilmiş. Bu harita üzerinde işlenenler ve Dünya’nın düz olduğu düşüncesi yeni değil, eski Çinliler’den alınmış bilgilerdir.

PARMANIDES :

      M.Ö. 550 yıllarında çalışmalarını yaptığı biliniyor. Kayıtlara göre Dünya’nın yuvarlak olduğunu düşünen ilk bilgin ve diğer kavimlerden kalan gözlemsel bilgilere dayalı olarak bir Güneş Sistemi oluşturmuş.

Modelde Dünya merkezde, Ay Dünya’nın etrafında dairesel yörüngede dolanıyor. Ay’dan sonra Güneş var, Güneş’ten sonra doğru sırada Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenleri yer almıştır.

ANAXIMENDES :

      Dünya'nın yuvarlak olduğunu kabul etmiş. Tutulmalardan yararlanarak Güneş'in yarıçapını tahmin etmiş. ( Rg = 27 Ry ) Tutulmalardan Güneş'in uzaklığını 27 Ry olduğunu tahmin etmiştir.

Yanlış bir iddiada bulunmuştur. Yıldızları bir yüzey üzerindeki deliklerden Güneş'in ışığının geçmesi olarak düşünmüş. Gündüz bu yüzeyin arkasından çıkan Güneş görülüyor, gece bu yüzeyin arkasına geçen Güneş'in ışığının yüzeydeki deliklerden geçmesi ile yıldızları oluşturduğunu iddia etmiştir.

ANAXIMENES :

      Ay, Güneş'ten aldığı ışığı yansıtarak parlak görülür demiştir. Fakat bu gök cisimlerini ( Ay ve Güneş ) düz yüzeyli silindir yapılı cisimler olarak tanımlamıştır. Yıldızları kristal birer çivi olduğunu ve yüzeyde sabit olduğunu düşünüyor.

PHILALOS :

      Dünya, evrenin tam merkezinde değildir diyor ve gözlemleri daha dikkatli değerlendiriyor. Dünya'nın tam merkezde olmadığını, biraz merkezden farklı bir yerde olduğunu ileri sürüyor.

EUDOXUS :

      Dünya'nın, evren modelinde merkezde yer aldığını belirtmiştir. Ayrıca Eudoxus'a göre gezegenler ikincil çemberler üzerinde dolaşıyorlardı. Bu modelin oluşmasında Permenides, Philalos ve Pythagoras'ın görüşlerinden faydalanmıştır. Tutulmalardan faydalanarak Ay ve Güneş'in uzaklıklarını, yarıçaplarını karşılaştırmıştır. Eudoxus'un önemli katkısı 2.cil çemberleri düşünmesidir. İkincil çemberlere "episaykl" denilmiştir. Gezegenlerin görünür hareketindeki gözlemsel sonuçları sağlamak için çemberlerin varlığını ileri sürmüştür. O günlerde 5 gezegen biliniyordu. Ay ve Güneş'le birlikte 7 tane gök cismi biliniyordu. 7 tane birincil çember olmak üzere toplam 27 tane çember ile gözlemleri açıklamaya çalışmıştır.

Eudoxus'tan sonra sırasıyla Galluppus, Empedokles, Leukippus, Demokritus, Plato gibi o dönemin astronomları araştırmalar yapmıştır...

ARISTO : ( M.Ö. 384 - M.Ö. 322 )

      Zamanın filozoflarından olan Aristo, Ay evrelerini doğru açıklamıştır. Ay'ın ışık yaymadığını Güneş'ten aldığı ışığı yaydığını doğru olarak açıklamıştır. Ay tutulması sırasında Dünya'nın gölge sınırı Ay üzerindeki görüntüsü yay şeklinde olduğundan Dünya küre biçimli olmalıdır yorumunu yapmıştır. Dünya'nın küre olduğunu gösteren ilk kanıttır. Eudoxus modeline inanıyor ve o modeli geliştiriyor. Geliştirdiği bu modeli yeni gözlemlerle açıklamak için 55 küreye ihtiyaç duyuyor. Çember değil küre olmasının nedeni dini inanışlara dayanmaktadır. Gök cisimleri hep küre biçimlidir. En mükemmel cisim Dünya, diğerleri Dünya' ya benzemiyor. Gök cisimlerinin boşlukta nasıl durduklarını düşünmüşler, bu soruya buldukları cevap, gök cisimlerinin görünmez küreler üzerinde durduğu şeklindedir.

Birbiri üzerinde dönen ve kayan kristal küreler ses çıkarıyorlar. Sadece günahsız iyi kullar kürelerin sesini duyabiliyorlar. Gök cisimlerinin dönmelerini frekansa çevirince 7 tane ayrı ses, nota bulunmuştur. Müzik bu şekilde doğmuştur. 7 tane birincil çember vardır. Satürn'ün dışındaki kürede yıldızlar var. Bu kürelerin araları sayıldığında tane kat var. Bütün büyük dinlerde bu yedi aralığa göğün 7 kat olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Yedi gök cisminden haftanın her gününe birinin adı verilmiş. Haftanın 7 gün olması da o dönemdeki gök cisimlerinin sayısı ile ilgilidir.

Aristo gelmiş geçmiş en büyük, en zengin ve güçlü filozoftur. Aristo görüşlerini o kadar kabul ettiriyor ki, o ne derse doğrudur diye düşünülüyor. Astronomi konusunda görüşleri yanlış olduğu halde rönesans dönemine kadar onun görüşlerine inanılıyor ve farklı görüşler olsa da Aristo'ya ters düşmemek için örtbas ediliyor ve astronomik görüşler ilerlemiyor.

Aristo'dan sonra yaşayan ve dikkate alınmayan filozoflar: Heraklides, Aristarchus, Eratesthenes, Hipparchus ve Batlamyus'tur.

ARISTARCHUS : (M.Ö. 310 - 230)

      İlk kez evrenin merkezinde Dünya değil Güneş var görüşünü savunmuştur.

Kayıtlara göre ilk Güneş merkezli model Aristarchus modelidir. Yıldızların sonsuz uzakta olduklarını düşünmüş, "Evren Sonsuzdur" görüşündeymiş. Güneş evrenin merkezindedir, Dünya'da bir gezegendir, tüm gezegenler Güneş etrafında çember yörüngelerde dolanırlar ve Ay, Güneş etrafında değil, Dünya'nın etrafında yörünge hareketi yapar düşüncelerini savunmuştur. Gezegenleri sıralarken açısal hızlarını ölçmüş ve açısal hızı büyük olanın Güneş'e olan uzaklığı daha küçüktür görüşünden yararlanmış.

Aristarchus'un görüşleri kabul edilmemiş, 1500 yıl sonra Kopernik bu görüşleri ileri sürecek ve onun görüşü olarak bilinecektir. Aristo'nun etkisi nedeniyle bu görüşler unutulup kalıyor.

Aristarchus'un diğer katkıları; Dünya-Ay uzaklığını, Dünya-Güneş uzaklığı ile karşılaştırmıştır.

HIPPARCHUS : (M.Ö. 190 - 125)

      Aristo modelini geliştirmiştir. Aristarchus modelini öğrenmiş fakat kabul etmemiş. Bunun başlıca sebebi dini nedenlerdir. Aristo'nun görüşleriyle karşılaştırıp onun görüşlerine karşı çıkılmıyor.

Hipparchus yıldızları gözlemlemiş ve bir katalok yapmış, bu katalok 850 yıldızın adı, konumu (koordinatları) ve parlaklıklarını içermektedir. Bu katalok ilk astronomik katalok değil, daha önceden Çinliler'den bu yana çeşitli kataloklar hazırlanmıştır. Hipparchus önceden yapılmış kataloklarla kendinin kataloğunu karşılaştırmış ve tüm yıldızların koordinatlarında sistematik bir kayma olduğunu buluyor. Bu sistematik kaymanın Dünya'nın presesyon hareketinden kaynaklandığını ileri sürmüş, bu bulgu doğrudur. Bu karmaşık harekete bağlı olarak koordinat sistemlerinde kullanılan başlangıç noktasının (koç noktası) yılda 46" kadar kaydığını da bulmuştur. Gerçek değer 50" dir. O zamanlar Koç noktası Koç burcu hizasında iken günümüzde balık burcu hizasındadır yani, 30° derece kaymıştır. Hipparchus da ekvator ile ekliptik arasındaki  epsilon açısını ölçmüş ve 23° 21` bulmuştur.

Ay'ın her zaman ekliptik üzerinde hareket etmediğini görmüş ve tutulum çemberi ile 5° lik açı yaptığını saptamıştır. Gerçek değer 5° 8` dir. Bugün ekliptikle Ay yörüngesi arasında açı olduğunu biliyoruz.

Hipparchus gezegen parlaklıklarının değiştiğini gözlemiş ve nedenini şöyle yorumlamıştır: Gezegenler çember yörüngelerde Dünya etrafında dolanırken parlaklıklarının değişmemesi gerekir. Gezegen parlaklıkları değiştiğine göre Dünya evrenin tam merkezinde değil merkezden biraz kaymış durumdadır. Merkez ile Dünya doğrultusunun hizasında karşı yönde Dünya'nın bir eşinin olması gerektiği ve mer kezde olmadığından onu dengeleyecek başka bir Dünya olmalıdır. İkincil çemberlerle oluşan modelle gezgenlerin her türlü hareketi açıklanabiliyor. Hipparchus dönemine kadar gelindiğinde daha duyarlı gözlemler yapıldıkça kullanılan çemberlerin sayısı 70-80'e ulaşmıştır.

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye / Denizli 

Ana Sayfa / index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2   

Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru

Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi /Uçaklar(Aeroplane)

New World Order(Macro Philosophy)