Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
Bundan binlerce yıl önce
Lau Tzu, boşluk yada hiçlik hakkında şöyle demişti “Otuz çubuğu
birleştirir ve buna tekerlek deriz;oysa tekerleği yararlı kılan,
içindeki hiçbir şey olmayan boşluklardır.Kili yoğurur,bir çanak
yaparız;oysa çanağın kıymeti,içinde hiçbir şey olmayan boşluktan
gelir.Ev yapmak için kapılar ve pencereler açarız;oysa evin
yararlılığı,içinde hiçbir şey olmayan boşluklardadır.O halde var
olandan yararlandığımız gibi,var olmayanın yararını da kabul
etmeliyiz.”
Lau Tzu gibi
düşünebildiği kadar görebilen bilgeler,bilgilerini uzay ve zamanın
ötesindeki canlı okyanustan direkt almalarına karşın,görebildiği
kadar düşünen beyinler için ise bu, uzay ve zamana bağlı olarak uzun
süreler içinde elde edilmiştir.
İlk çağda,boşluk kavramı
üzerinde Democrite(ve onun gibi atomcular) gerçeğin
temellerinin,boşluktan ve onu dolduran bölünmez ve parçalanmaz
atomlardan meydana geldiğini söylüyor ve ekliyorlardı: “Bir elmayı
kestiğimizde, bıçak atomlar arası boşluklardan geçmelidir.Eğer bu
boşluklar olmasa bıçak içine giremez,atomlara rastlar ve elma
kesilmezdi”.Böylece, her şeyin hammadesi,iç içe yerleşmiş bu
zerrecikler idi.Buna karşın Aristo ise, kesinlikle boşluğun boş
olmadığına inanıyordu.16 yy.’a gelindiğinde ise Galileo’nun
öğrencisi olan Toriçelli, termometreyi bulmasıyla birlikte, boşluk
hakkındaki bilgiyi biraz daha fazla somutlaştırmıştı.Toriçelli, önce
ucu kapalı bir cam boru aldı ve bunu cıva ile doldurarak,boruyu ters
çevirdi ve yine cıva ile dolu olan bir kaba boşalttı.Borudaki cıva
düzeyi alçalmaya başlarken,borunun üst kısmında içinde madde
bulunmayan boşluk, yani başka bir uzay bölgesi oluştu.Bu durum
karşısında Blaise Pascal, kendine şu soruyu sordu “bu boş olan
bölgede duyu organlarımla algılayamadığım bir tür madde mi
içeriyordu”Fakat o da cevabı net olarak veremedi.
Daha sonra Otto de
Gueriche,lastik pompasını bulmasıyla birlikte,bir kürenin iki
yarısını birbirleri üzerine kapatıp,kürenin içinde bir boşluk
meydana getirdi. Öyle ki, bu boşluğun oluşturduğu etki yüzünden
küreyi karşılıklı iki yanından çeken 16 at,onu açmayı başaramadı. Bu
da boşluğun var olduğunu gösteriyordu
Boşluk ile ilgili
çalışmalar 19 yy sonlarına doğru,alternatif görüşler ışığında tekrar
canlandı.Bilindiği gibi boşluk elde etmenin tek yolu o bölgedeki tüm
madde,enerji ,gaz...vb) tüm etmenleri ortadan kaldırmak idi.
Dolayısıyla, şimdi bunu kafamızda daha iyi canlandırmamız için
öncelikle,tam olarak ayarlanmış, içinde bir pistonun rahatlıkla
kayabildiği ideal bir silindir olduğunu düşünelim. Başlangıçta,
piston silindirin dibine dayanır vaziyetteyken, yavaş yavaş
çekilmeye başlanınca ,silindirin dibinde boşluk oluşturmaya
başlar.Bu boşluğun da mutlak boşluk olması beklenir.Bu yüzden de
tekrar pistonu geri ittiğimiz taktirde, yeniden silindirin dibine
inmesi düşünülecektir.Fakat gerçekten bu beklenildiği gibi
oluşmamaktadır. Nedeni de Max Planck’ın bilimde devrim yapan Kara
Cisim Işıması Teorisidir ki, buna göre,piston,silindiri ne kadar
boşaltırsa boşaltsın,boş sanılan ortamın,silindir çeperlerinin
sıcaklığında termal radyasyona sahip olacaktır.Gerçekten de
silindirin içine hava sızmamasına rağmen ,silindir içinde bir şeyler
üretildiği ve bunun da pistonun ilk konumuna gelmesini engellediği
görülmüştür.Çünkü piston çekildiği sırada çeperleri meydana getiren
atomların elektronlarının ısıl hareketlerinden ısıl ışıma
yayınlanarak boşluğu doldurur ve piston tekrar geri itilmek
istenince bu ısıl ışıma(elektromanyetik alan) bir gazın meydana
getirdiği basınç gibi kuvvet uygular.Dolayısıyla, ışımanın
sıcaklığını (basıncını)yok edip pistonun ilk konumuna gelmesini
sağlamanın tek yolu, bu ışımanın soğutularak çeperlere geri
döndürülmesidir.Buradaki ısıl ışımanın kaynağı elektromanyetik
dalgalanmalar olduğu için, onu mutlak Sıfır noktası
olan(-273.16)dereceye kadar soğutmak gerekecektir ki, Mutlak Boşluk
sağlanmış olsun. Fakat, bu durumda dahi kuantum fiziğin
yasaları,boşlukta yine bir kalıntı enerjinin var olduğunu
göstermiştir.Dolayısıyla boş olarak düşündüğümüz uzay, gerçekte boş
olmayıp titreşmekte olan elektromanyetik alanın (enerjinin)
dalgalanmalarından oluşmaktadır. Bu noktada var olan Radyasyonun bir
özelliği de saf bir durumda,sonsuza dek sınırsız bir halde
olmasıdır ve sıcaklığı gibi entropisi de sıfırdır.
Bununla birlikte fizikçi
Unruh da ivmesiz (sabit hızla hareket eden ya da duran)bir
gözlemcinin boşluk olarak gördüğü,algıladığı bir halin yani gerçek
parçacıkların olmadığı bir durumdan, sabit bir ivme ile hareket eden
bir gözlemci tarafından tıpkı ısıtılmış fırın içindeki belli bir
sıcaklık değerindeki ışıma olarak algılanabileceğini
göstermiştir.Değişen ivmeli bir hareketin oluşturacağı algılama
düşüncesinin, boşluğun kuantumlaşması ile, genel görecelik
arasındaki ilişkinin varlığını gösteren ayrı bir deneyde Ünlü
Fizikçi Paul Davies ve Stephen Fulling tarafından,boşluktaki bir
ayna titreştirilip foton ışıması oluşturularak gösterilmiştir.
Mutlak Sıfır enerjisinin
var olabileceğini, Haisenberg’in ünlü belirsizlik ilkesinin de
öngördüğüne değinmiştik (Sıfır Nokta Enerjisi-Sufizm ve
İnsan/fizik). Şimdi, yine aynı kavramı farklı bir açıdan görmeye
çalışalım.
Bu ilke bize bir
parçacığın pozisyonunu ve hızını aynı anda tanımlayamayacağımızı
söyler. Bu da bir alan değerinin (çekimsel ya da elektromanyetik)
alanın zaman içindeki değişim hızı ile aynı anda
ölçümleyemeyeceğimizi gösterir. Dolayısıyla, bir alanın değerini ne
kadar doğru ölçümlemeye çalışırsak,değişim hızını da o kadar çok
hatalı ölçeriz.Aynı şekilde bu ifadenin tam tersi de doğrudur. Bunun
sonucu olarak bir alan asla sıfır olarak ölçülemez.Aksi taktirde,
bunun zıt anlamı, belirsizlik ilkesinin geçersiz olmasını zorunlu
kılar.Bu yüzden de tüm alanlar sıfır olmayacağından,sıfır uzay,boş
olamaz. Böylece evrenin her zaman ve her yerinde olan bu uzay(vakum)
daimi olarak fermion ve bozon çiftleri oluşturacaktır..
Bozon olarak düşünürsek
,bu foton ya da graviton çiftleri sürekli olarak ortaya çıkar ve bir
çiftin iki parçası aynı yolu takip ederlerken ,birden ayrılırlar
fakat bu çok çok kısa bir zaman sürdüğü için tekrar birleşerek
birbirlerini yok ederler.Eğer bu çiftler fermion iseler,bu sefer de
fermion çiftlerinin yarısı anti-fermion teneciklerinden oluşur ve
aynı şekilde yaratılmalarından çok kısa bir sürede birleşerek yine
yok olurlar(bozonların antileri yoktur). Bu noktada şöyle bir soru
sorulabilir:Evrenin toplam enerjisinin sabit olduğu göz önünde
bulundurulursa,bu durum evrende enerji dengesizliğine neden
oluşturmaz mı?Buna verilecek cevap “hayır” olur. Çünkü tanecik
çiftlerinin oluşması için vakumdan alınan ödünç enerji,çiftlerin
birbirlerini yok edip vakuma dönmeleri ile birlikte geri
ödenir.Alınan ödünç enerji ne kadar yüksek ise tanecik çiftlerinin
vakuma dönüş süreleri de ters orantılı olarak o kadar kısa
olur.Böylece bu denge evrenin toplam enerjisine hiçbir şey ekleyip
çıkartmaz. Zaten madde-antimadde durumunda dahi pozitif enerjiye
karşılık,negatif enerji olması yine denge halinde olduğunu
gösterir.
Vakumun hakkında ilginç
bir benzetme yapan fizikçi Sidney Coleman bunu şöyle açıklamaktadır:
“Sıfır şüpheli bir sayıdır.On yıl boyunca,maaşınızı göz önüne
almadan para harcadığınızı,sonunda harcamalarınızla kazandığınızı
karşılaştırdığınızda,ikisinin kuruşu kuruşuna denk çıktığını
düşünün,kozmolojik değişmezin sıfır çıkması bundan daha da az bir
olasılıktır”.Burada ifade edilen kozmolojik sabit,Einstein ın ilk
olarak durağan ve genişlemeyen bir evren modeli için genel görecelik
denklemlerinde,kütle çekimine karşı itme gücü olarak,yerleştirdiği
bir sabittir.Fakat evrenin genişlemesi ortaya çıkınca Einstein bu
durumu “hayatımın en büyük hatası”şeklinde dile getirdi.Fakat
günümüzde bu sabite,boşluğun hiçbir maddesel yanı olmayan enerji
yoğunluğu olarak yeniden yorumlanarak evrenin enerji yoğunluğuna
eklenir.Bunun nedeni de,evrenin bugünkü genişlemesinin,vakumdaki bu
yoğunluk etkisinin,evreni şişirdiğini göstermesidir.
J.Wheleer de,“boşlukta
yer değiştiren bir elektronu,her türden edimsiz parçacığın
oluşturduğu bir çorba içinde yüzüyor ve onların sürekli saldırısına
uğruyor olarak düşünebiliriz” demişti.Bu görüş ışığında,vakumun bir
diğer ilginç özelliğini gösterebiliriz.Bilindiği üzere,dört temel
kuvvetten elektromanyetik kuvvet ile gravitasyonel kuvvetin
mesafelerin kısalmasıyla etkinliklerinin artmasına karşın,diğer iki
nükleer kuvvette bu, uzaklıkların artmasıyla kendini göstermekte
ayrı bir deyimle mesafe kısaldıkça etkinliği azalmakta
idi.Dolayısıyla bir kuark çifti birbirlerinden ayrıldıkça daha büyük
kuvvetlerle birbirlerine doğru çekilecekleri için doğada serbest
olarak bulunamazlar.Bunu göz önüne aldığımızda,boşlukta bulunan
yüklü bir parçacık,vakumdaki sanal tanecik çiftleri
tarafından,sarılır. Fakat parçacığın sahip olduğu yük nedeniyle bu
çiftler birbirlerinden ayrılır ve zıt yüklü olan sanal tanecikler,
yüklü taneciği sarmalar. Diyelim ki, bu yüklü parçacık proton
olsun,o zaman bu sanal tanecikler elektron olacaklardır.Eğer yüksek
enerjilerde herhangi bir yüklü parçacık yakınından geçerse bu
bulutun içine dalabilir ve protonla düşük enerjide olduğundan çok
daha kuvvetli bir şekilde etkileşmeye girebilirler.
Kuarklarda ise,yukarıdaki
nedenden dolayı tam tersi olacaktır.Bu yüzden kuarklar,aynı renkteki
sanal kuark ve gulonlar ile çevrelenecektir. Dolayısıyla, yine
yüksek enerji ortamında geçen bir kuarkın daha derine girerek daha
az renk görecek ve daha zayıf bir kuvvet hissedecektir(Kuantum renk
dinamiği,güçlü nükleer etkileşimleri açıklayan alan kuramıdır.)
Daha önceden de
bildiğimiz gibi, karadelikler enerji ve parçacık yayımlamakta
idiler.Bunun nedeni de uzay boşluğundaki alanların pozitif ve
negatif yöndeki dalgalanmalarının oluşturduğu parçacık çiftleri idi
(bkz. Karadelikler IV-Sufizm ve İnsan).Çünkü, karadeliğin yüzeyi
olan olay ufku için her ne kadar,fiziksel ya da algılanabilecek
somut bir şeyden bahsedilse de, gerçekte burada var olan sadece
mutlak boşluktur, yani vakum. Dolayısıyla,karadeliklerin olay ufku
limitinde uzay-zaman kıvrımlarının maksimum değerlere ulaştığı ve
vakuma indirgendiği bölgelerdir.
Şimdi biz bu parçacık
çiftlerini,Hawking radyasyonunda,bir ortaya çıkıp ve çok kısa bir
zaman içinde yok olan planck mesafesindeki 10 üssü
(-33)cm yarıçaplı mini
karadelikler olarak düşünebiliriz.Böylece makroskopik dünyamızda düz
olarak gördüğümüz,algıladığımız, şişmekte olan balon yüzeyine benzer
evrenimizi,mikroskopik boyutlara inilmesiyle birlikte,kuantum
fiziğinin (belirsizlik prensibinin) neden olduğu bulanıklığın ve
dalga/parçacık ikileminde öngördüğü biçimde taneciklerin,mikroskopik
titreşimle titreştiğini ve titreşen bu enerji alanlarının da mini
karadelik çiftlerini meydana getiren köpüğümsü yapıyı
oluşturduğunu görürüz.
Sınırsız sayıdaki
evrenlerden biri olan evrenimizin çok yüksek sıcaklıkta ve belirli
yoğunluklu bir sıvı içinde kabarcıklar şeklinde meydana
getirildiğini (ki ;bu kabarcıkları boşlukta balonların şişmesine
benzetebiliriz)söyleyen Fizikçi J.Richard Gott Hawking,
radyasyonunu zamanın başlangıcındaki erken evren modeline
uygulayarak,olay ufuklarının sürekli olarak ısıl ışıma
üretmelerinden faydalanıp zemin radyasyonun*neden tüm evren boyunca
düzgün bir biçimde dağılmış olduğunu açıklamaya çalışmıştır.Ona göre
De Sitter (vakum) uzayı homojen bir biçimde,tıpkı akışkana benzer
Hawking radyasyonu ve olay ufukları ile doludur.Bu olay ufukları da
negatif bir basınca neden olarak (artı basınç büzülmeyi temsil
etmektedir) bu uzayı genişletir,şişirir. Bu genişlemenin
sistemi;yeteri derecede birbirinden uzak iki nokta arasındaki mesafe
,ışığın birinden diğerine ulaşmasını engelleyecek bir biçimde
ayrılması durumunda bir olay ufkunun oluşmasıyla meydana
gelmektedir.Benzer deyişle, Hawking radyasyonu olay ufukları
üretir,üretilen olay ufukları da aynı şekilde radyasyon.Böylece bu
radyasyon,kabararak evrenin genişlemesine neden olan akışkan olur ve
bu da De Sitter uzayının şişmesini meydana getirir.Bu döngüsel tez
plank mertebesinde gerçekleşmesiyle bilinen madde ve enerjiyi
oluşturur.Gott, bundan önceki dönem olan 10 üssü (-44) sn ve
öncesindeki evrenin ise tıpkı bir koka kola köpüğündeki kabarcıklar
biçiminde mevcut olduğunu söyler.Zaten Planck enerjisi olan 10 üssü
(19)Gev.’lik enerji üzerinde(planck enerji duvarı)uzay zamanın
düzgün süreklilik davranışını terk ederek,köpüğe benzer bir yapı
kazanacağı beklenmekte idi.
Evrenin Kısa tarihi adlı
eserin yazarı olan Fizikçi Joseph Silk’de bu mini karadeliklerin,maddenin
ilk tekillik sırasındaki veya ondan hemen sonraki durumu temsil
etmelerinden dolayı, bunlardan meydana gelen köpüğün oluşturduğu
dalgalanmaların büyük Patlamanın ayrılmaz bir parçası olarak
karşımıza çıktığını söyleyerek,evrenin kozmik saatinin ilk tik
taklarına başladığı bu an öncesindeki,belirsiz bir zaman boyunca,
sürekli olarak yaratılan ve yok olan planck kütleli karadeliklerden
oluşan bir kuantum köpüğünün,er geç ortaya çıkması kaçınılmaz olan
bir dalgalanma ile büyük patlamaya yol açan genişlemeyi
tetiklediğine inanmaktadır.
S. Hawking ise, bizim
evrenimizin başka bir evrenden doğabileceğini belirterek bu durumu
şöyle ifade etmektedir “Evrenimiz,birbirine eklenmiş,uçsuz bucaksız
bir petek gibi uzanan,bebek ve yetişkin evrenlerden oluşan bir
labirentin parçası olabilir ve birden daha fazla noktada solucan
delikleriyle bağlanabilir.Solucan delikleri de,evrenimizi kendi
parçalarıyla diğer zamanlarla birleştiriyor olabilir.
Yine kuantum fiziğine
göre,evrende mevcut olan her şey, aslında değişik frekanstaki
kendine has bir enerjiye sahip çeşitli dalgalardan meydana gelmekte
idi. Eğer bu dalgalardan birinin taşıyabileceği en az miktardaki
enerji hesaplanırsa, uzay boşluğunun her bir cm. küpünün evrenin
bütününe ait olan toplam enerjiden çok daha büyük enerjiye sahip
olduğu ortaya çıkar.Bu yüzden de David Bohm tüm bilim adamlarını bu
sonsuz enerji okyanusuna odaklanmalarını, aksi taktirde,içinde
yüzmekte oldukları okyanustan haberdar olamayan balıkların konuma
düşeceklerini belirterek şunları söylemektedir “ Bir kristal, Mutlak
sıfır noktasına dek dondurulacak olursa,kristalin içindeki elektron
akışı dışarıya elektron saçmadan sürüp gidecektir.Eğer ısı
yükseltilecek olursa,kristalin içindeki çeşitli çatlaklardan
saydamlıklarını yitirdiği görülecek,başka bir deyişle bu çatlaklar
dışarıya elektron saçmaya başlayacaklardır.Elektron açısından
bakılacak olursa ,kristalin içindeki bu gibi çatlakların hiçlik
denizinde yüzen “madde” parçaları gibi görünmesi gerekir,ama durum
böyle değildir.Bu yüzden Hiçlik ve madde parçaları birbirlerinden
bağımsız olarak var olamazlar.Her ikiside aynı kumaşın ,kristaldeki
daha derin düzenin yansımalarıdır.”
Böylece madde ve
enerjiye,boşluktan ayrı bir yapıya sahip olmaksızın,uzay –zamandan
bağımsız sonsuz enerji okyanusun (yani Wheleerin de öne sürdüğü boş
vakum uzayı)farklı iki belirişidir diyebiliriz.Ayrıca vakumun uzay
ve zamandan bağımsız olması ,onun bir anlamda ölümsüzlüğü
demektir.Bu yüzden tüm varlığın nedeni olan fermion ve bosonların
bütün temel özellikleri (kütle,yük,enerji,dönme...vb) bu varlık
kuyusunda aynen muhafaza edilir.Dolayısıyla bu kuyudan meydana gelen
evrenimiz,bir gün kendi üzerine çökerek bir karadeliğe dönüşse
bile,vakum varlığın devam ettirecektir. Bu konuda “Kuantum Benlik”
kitabının yazarı fizikçi Danah Zohar şunları söylemekte “Tanecikler
tek tek vakumdan dışarı yükselip kısa bir süre var olurlar,daha
sonra diğer parçacıklarla birleşip ya yeni bir şeyler oluşturur ya
da çıktıkları kaynağa geri dönerler.Fakat bu kısa ömürleri boşuna
değildir.Eğer iki temel parçacık buluşup tek bir vücut olurlarsa,her
biri kendi başına var olmaya son verirler,fakat oluşturdukları yeni
parçacık, onların kütlelerinin özüne sahip olacaktır. Eğer bir
nötron dağılırsa, onun kütlesi,yükü ve dönmesi,elektron,proton ve
sonuçta oluşan anti nötrino içinde olduğu gibi korunur.Dolayısıyla
meydana gelen her kuantum olayı,izini,ayak izlerini,zamanın kumları
üzerine bırakır”
Bu durum,aynı zamanda
sonsuz enerji okyanusunun holografik özellik göstermesiyle
birlikte,bilinç özelliğine de sahip olduğunu gösterir.Fizikçi Walker,gizli
değişkenlerin bu boyutta bilince eşitlerken ,diğer bir fizikçi Muses
da bilinci kuantum vakum potansiyeline sıkıştırarak “durum vektörünü
çökerten bilincin kendisidir”der.Görünen maddenin,olağanüstü bir
büyüklük ve potansiyeldeki bir örtük fiziksel enerji denizine dayalı
olduğu ve denklemlerin de bu örtük düzeni betimlediğini söyleyen
Bohm, yine “madde bu devasa vakum potansiyelinde küçük bir dalgacık
gibidir... Bu örtük düzen bizim madde dediğimiz şeyin çok ötesindeki
bir gerçekliği içerir.Maddenin kendisi bu arka planda salt bir
dalgacıktır” diyerek kuantum potansiyelini (elektromıknatıssal alan
olan) bu enerji okyanusu olduğunu belirtir.
Bu alanlar hiçbir
parçacık içermediği, ancak tüm parçacıklar bu alandaki
gerilimlerinden meydana geldikleri için bu alana Büyük Birleşik
Alanlar olarak bakılmaktadır.Amerikalı fizikçi David Finkelstein
şöyle söylemekte “vakum kuramı,her şeyin teorisi olarak
görülmektedir”.Varlığın bu alandaki yerini kafamızda daha iyi
canlandırmamız için,her şeyin seslerden meydana gelmiş,ses
dünyasında var olduğunu düşünelim, bu taktirde vakum bir davul
derisi ve çıkardığı sesleri de o derinin titreşimleri olarak
görülecektir.
Aşkın bir
yaratıcıyı,içkin bir kavrama taşıyan tüm bu ifadeler (panteizm ile
bir ilgisi yoktur) Piskopos Berkeley tarafından, dualist anlayıştan
farklı olarak var olmanın (mutlak bilinç açısından)algılanmak olduğu
görüşü şeklinde açığa çıkar.Ona göre varlık ve algı, Mutlak Bilinç
içinde Bir ve Tektir.Dolayısıyla varlıklar (dışımızda var olan)
bilinç tarafından algılandıkları için değil, Bilinç onların var
oluşu olduğu için vardırlar.Yani,varlıkların ayrı bir Mutlak Bilinç
tarafından görülmesiyle değil,varlıklar bu Bilincin yansıtıcıları
olarak mevcuttur.Ve Berkeley ekliyor “Bilinç o şeye bakarak bir şey
yaratmaz,çünkü basitçe o şeydir.Bu nedenle özgül algılar fikri
geçersizdir.”
Fritjof Kapra ise
“Evrenin temel tekliği atomik düzeyde apaçık hale gelir ve insan
atom-altı parçacıklar alanına daha derinden nüfuz ederken bu Teklik,
kendini daha çok görünür kılar.”Dolayısıyla bu gerçek bizlerin
çevremiz ve evrenden ayrı,bağımsız bir yapıya sahip olmadığımızı
gösterir.Eğer dalga/parçacık ikilemini de göz önünde bulundurursak,
iç zaman içinde beyinlerimiz parçacık yanımızı temsil ederken ,dış
zaman içinde şuursal yanımız,yerel olmayan (ışık hızı ile
sınırlanmayan) dalgasal özellikli yanımızı gösterir ve iç zaman
içinde ortaya koyduğumuz tüm eylem ve fiillerimiz,bireysel
şuurumuzun heyecanlanmaları ,düşünceleri sonucu ortaya çıkarken,dış
zaman yönümüzle de,evrensel şuurdaki tüm hayat biçimlerinin dalgasal
yanları ile irtibatlı olarak,kozmik bilincin düşüncelerini
deneyimleyip Quantum Ölümsüzlüğünü yaşar.Tıpkı her şeyin vakum
potansiyel alanının düşsel tekilliği içinde varlık kazanmaları gibi.
Bu noktada A.Huxley
“normal daraltıcı algısal modumuzu bir yana bırakırsak,gerçekliğin
kaynağı ya da matrisi ile uyum içine girebiliriz”derken buna paralel
olarak J.A.Wheleer de “evrenin ne kadar acayip olduğunu,onun ne
kadar basit olduğunu kavradığımızda anlayacağız”der.
Evrensel şuurun kendini
bilimsel yolla açıklamayacak şekilde davrandığını, bu yüzden de bu
sınırın bilim kısmında kalmayı yeğleyen S.Hawking de eğer her şeyin
kuramını keşfedebilirsek,kozmik şuura ait olan zihni tabanda da olsa
öğrenme durumuna ulaşabileceğimizi söylemektedir.
Buna yakın görüş olarak
Danah Zohar da “eğer evrimleşen bilimcimiz,evrendeki yerini
gerçekten anlarsa ,kendimizi mutlak şuurun zihnindeki düşünceler
olarak görebileceğiz”demektedir.
Din kavramının evrensel
bir sistem olduğunu ve bu sistemin de beş duyu ve ona dayalı
kavramlar açısından tam olarak algılanamayacağını (ki bu kavrama
kâğıt üzerinde anlamak da denir) dolayısıyla, bunu
değerlendirmek,hissetmek ve yaşamak için,Kozmik Bilinci en geniş
skalada yansıtan Resullerin ortaya koydukları gerçeklere kulak
verilmesi gerektiğini söyleyen bir islam mistiği de görüşlerini
şöyle dile getirmektedir:
“
Hava, yoktur uzayda!…Su
da, yoktur!.Yerçekimi de!Karanlıktır uzay!… Soğuk!…
Duygusuz!.“Can”lıdır uzay!…“Şuur”lu…“Dalga”lı!.Kuşatmıştır
Cehennemi; hiç kalır indinde Cennet!…Kucaklamıştır Cennet'i, sütüyle
besler, hünerlerini seyreder!.Uzay kapsamlıdır… Varlığıyla var
etmiştir insi cinni, melâikeyi… Seyreyler onlarda kendini… Havada,
ateşte, toprakta suda!. Bunlardan meydana gelen tüm
varlıklarda…Varlığıyla “can”lı kılar hepsini!…Havayla yaşarız biz;
suyla yaşarız; toprakla, ateşle yaşarız biz!. Beşinci elementimiz,
uzaydır bizim!.Uzaydan geldik; uzaya gideriz,
varabilirsek!.“Esmâ”dır uzay!… Mazharı sıfattır uzay!.. Hayâldir
uzay!.Sükûndur; barıştır; hoşgörüdür uzay!.Kozasız yaşayamazsın
uzayda!. İçinde yok olup kozasız kalamazsın uzayda!. Gerçeğiyle yüz
yüze gelemezsin uzayın… Çünkü sen, insanısın dünyanın!..Çamurdan
yaratıldın; toprakla gıdâlandın, suyla beslendin, ateşle
yaşıyorsun!.Yiyorsun, yeniliyorsun, bir fasid daire içinde yaşamını
sürdürüyorsun!.Sen ey beşinci element… Bilir misin kendini?.. Sudan,
topraktan, havadan, ateşten öte benliğini? Uzay
kökenliliğini!.Uzayın bölünmez parçalanmaz tekilliğini!.Sanırsın ki
uzay bir havasız boşluktur… Karanlıktır… Cansız, şuursuz bir
varlıktır!Oysa uzay, nefesi Rahman; saltanatı Subhan’dır!.Onunla
vardır, boyutlar; onunla kâimdir dünyalar… Onunla dâimdir bitmez
tükenmez yaşamlar!.Cennetin onunladır; kozan onunla!… Yemeğin
onunladır, suyun onunla… Nefretin onadır, sevgin onunla!.Kurtarırsan
beşinci elementini dördünün kaydından; algılarsın ki, her şeyindir
uzay!.. Dalgalarıyla kâim her şey… Dalgalarıyla açığa çıkmada…
Dalgalarıyla seyretmede… Dalgalarıyla “ben” olup yaşamada yine
kendinde!....Tenezzül etti hava oldu; tenezzül ateş oldu; tenezzül
etti toprak oldu, su oldu; tenezzül etti “sen” oldu; ya sen nereye
gideceksin beşinci element?Toprağı mı mekân tutacaksın, suyu mu;
havayı mı mekân tutacaksın ateşi mi?Yoksa uzay mı mekânın olacak,
mekânsızlıktır mekânım, diyerek!.Sen ey beşinci element… Sen ey
maddeden doğma, beşinci boyut varı!…Bil ki, vatan sevgisi
îmândandır.. Gel dön vatanına!… Mekânsızlık otağına; DOST katına!…
“Can”la canlanmış olarak… “Rûh”la, ruhlanmış olarak… Tanı kendini,
aş bedenini; seviyorsan özün olan “Ben”ini..Uzayı tanı, uzayı
bil!.Uzaydır, Rahim; uzaydır Halîm; uzaydır Kerîm, uzaydır Azîm!. Yansıdı aynaya, uzay koydu, adını; yarattı mahlûkatı, “adı”yla ayrı koydu varlığını…Hep, gönüller BİR olası…Uzay bağı, HAK bahçesi!…Erenleri, gül goncası!.Sanma uzay gayrıdır!… Hak ayrıdır, Uzay gayrıdır!… Sen seni bilmezsen, HAK, zannında ayrıdır!.Bil ki sözün amacı…TEK’liği bilmeyen; “uzay” nedir bilesi değil!.”
Alıntı: Kenan Keskin
İstanbul - 18.04.2001
*Zemin radyasyonu,arka fon ışıması olarak da isimlendirilen bu radyasyon, evrenin ilk oluşumunda açığa çıkan büyük enerjiden arta kalan radyasyondur ki (uzayın her noktasında aynı değere sahiptir), evren genişledikçe sıcaklığı düşerek,günümüzde bu 5,7 cm dalga boyunda ve (- 270) derecede olduğu tespit edilmiştir.
İç zaman; lineer
zamandır. Yani saatlerimizle ölçümlediğimiz zaman. Dış zaman;bizim beş duyumuzla algıladığımız evrenimizi aşan bölümünde bulunan, zamansızlık boyutunu da kapsayan, lineer olmayan zamandır.
Birleşik Alanlar teorisi II’ ye ek:Tanecik fiziğinde,C,P,T olarak adlandırılan simetri özelliklerinden,C;bir parçacığın antisi ile,P;bir parçacığın aynadaki görüntüsü(yani sağ ile sola dönüşünün yerini değiştirilmesinde),T;bütün taneciklerin hareketinin geriye doğru götürülmesi ile yer değiştiğinde, taneciklerin özelliklerinin değişmeyip aynı kalması demektir.Örneğin,C,P simetrisinde maddeden yapılmış bir yıldız,anti maddeden yapılmış yıldız ile aynı görünür. Bu duruma T’yi eklersek nedensellik ilkesi ters çevrileceğinden,zamanın simetrisi bozulacaktır. Günümüzde bazı atom altı etkileşimlerinde bile P,C simetrisinin korunmadığı görülmüştür. Mesela tanecikler C simetrisine uymuyorlarsa, bunun anlamı,karşı taneciklerden yapılmış olan evrenin bizim evrenle aynı yasalara uymayacak olmasıdır.
Kaynakça:
Kuantum Benlik:Danah
Zohar
Maddenin Son Yapı
taşları:Gerard,t Hooft
Evrenin kısa
Tarihi:Joseph Silk
Holografik Evren I,II:Ken
Wilber
Uzayın Sırları:Taşkın
Tuna
Zamanın Kısa
Tarihi:S.Hawking
S.Hawking ile Zaman Ve
Uzayda gezinti: Kity Fergusuon
S.Hawking’in Evreni:John
Boslough
Fiziğin Tao’su:Fritjof
Kapra
Karadelikler: John
Taylor:
İlk Üç Dakika: Steven
Weinberg
Çağdaş Fiziğin Temel
Kavramları:Arthur Beiser Hiçbir yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir. The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli Ana Sayfa /index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2 Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru |