Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
Üçüncü sayfanın devamı:
Son olarak denebilir ki küçük
uzaklıklarda düz uzay/zaman levhasında büyük dalgalanmaların oluştuğu görüşü,
fiziği yeni bir perspektife oturtmaktadır. Bu parçacıklarla ilgili olan kitle
enerji yoğunluğu, planck uzunluk ölçeğine değin boşluk (vakum) dalgalanmalarının
kitle -enerjisinin etkin yoğunluğuna kıyasla nasıl önemsiz oluyorsa, bir bulutun
yoğunluğu da gökyüzünün yoğunluğuna kıyasla o derece önemsiz kalır. Bir
parçacığın Wilson sis odası boyunca bıraktığı iz çok etkileyici görünür.
Beyaz bir bulut da aynı şekilde gökyüzünde etkili bir sahne oluşturur. Genede
ikinci örnekte fizikle ilgili uygun başlangıç noktası bulut değil, gökyüzüdür.
Bu durumda, ilk örnekte de doğru başlangıç noktasının parçacığın fiziği değil
de, boşluğun fiziği olduğuna inanmamız normal olacaktır. Bu perspektifi benimsememiz
boşluk yada parçacıklar konusunda aniden aydınlanmamızı sağlamasa da hiç
değilse, parçacıkları
açıklamak için sadece parçacıklarla ilgili bir teorinin yeterli olmayacağını
ortaya koyar! Bu bağlamda
tek başına kuantum fiziği ''birleşik alan kuramı'' na bizi götüremez.
Buna göre de Broglie' nin madde
dalgası adını verdiği hızlanan cisim ve parçacıkların fiziksel bir dalga formu
(madde dalgası) kazandığı görüşünede karşıyım. Çünkü tüm bunlar ışığın
henüz tam olarak bilinmeyen tariflerinden ve bu tariflere yakıştırılan yamalı
denklemlerden türetilmiş farazi öngörülerdir. Einstein tek renkli her ışımanın
taneciklere bölünmüş olduğunu; bunların enerjilerinin frekansıyla orantılı bir
değer taşıdığını ; oranlılık değişmezinin kesinlikle planck değişmezi
olduğunu kabül ediyordu. X ışınları ile gama ışınlarında frekanslar
görülebilir ışıktakinden çok daha yüksek olur ; bunun için, her fotonun
taşıdığı enerjide çok daha büyüktür.
Işık daha tam olarak
anlaşılmış değildir. Örneğin ışığın bu kesikli yapısı , optik fiziğin bunca
deneyinin son derece açık doğrulamalarının sağlamış olduğu dalgasal kuramla
nasıl bağdaştırılabilir? Girişim
deneyleri, metrelerce uzunlukta tutarlı dalga katarları sağlanabileceğini ortaya
koyarken, parçalanamayan ışık taneciklerinin varlığı nasıl düşünülebilir? Çünkü ışık enerjisinin uzayda iyice
yerleşik tanecikler şeklinde yoğunlaşmış olduğu düşünüldüğünde ...!
Bir çok ışık taneciğinin
kimi düzenekler üzerine aynı anda gelişinin, tanecikler arasındaki
karşılıklı bir etki dolayısıyla , girişim olaylarına yol açabileceği
düşünülebilirdi kuşkusuz. Ama, o zaman girişim olayları kullanılan
ışığın yeğinliğiyle bağlı olurdu ve bu ışık girişim aygıtında hiç
bir zaman ortalama birden fazla foton bulunmayacak kertede zayıf olduğunda
girişimlerinde yitip gitmesi gerekirdi. Bu deney ilk kez Taylor tarafından
yapılmıştı. Ve şu sonuç elde edilmişti: Gelen ışık ne denli zayıf olursa olsun,
aynı girişim olayları her zaman elde edilir. Bu da gösteriyor ki, yalıtık olarak ele
alınmış olan her foton,
girişimlere yol açar; ama foton, yalıtık ve uzayda yerleşik bir tanecik gibi ele
alındığında,
anlaşılmaz, tuhaf bir şey olur bu.
Fotonların varlığı kabül
edildiğinde, ışık dalgası yeğinliğinin neyi temsil ettiğini aramamız
kaçınılmazdır. Dalga kuramı, ışık dalgasının yeğinliğini her noktada hesap
ederek ve ışık enerjisinin uzayda dalga yeğinliğiyle orantılı olarak
dağıldığını benimseyerek... Dalga yeğinliğinin her noktada fotonların
yoğunluğuyla orantılı olduğu söylenebilir.Ancak, son derece zayıf ışık
demetleriyle de girişim olayları sağlanabileceği olanağını veren bu garip
deneylere daha önce de değinmiştik. Bu deneylerde fotonlar girişim düzeneği
üzerine tek tek gelse de, yine girişimler oluşmaktadır. Öyleyse bu olguda her fotona eşlik
eden dalga yeğinliğinin her noktada, fotonun bu noktada bulunması olasılığını
gösterebildiğini kabül etmek zorunluluğu vardır.
|
|
Bir dalga formuyla ilgili esrarlı yada zor hiçbir şey yoktur.
Gözünüzde deniz dalgasına benzeyen bir şey canlandırabilirsiniz. Çıkar ve iner ve
ileri doğru gider. Bir dalga formunu gözünüzde canlandırdığınızda, basit bir
parçacıktan (yani bir top güllesi gibi bir şeyden) farklı olarak, bir dalganın
eşzamanlı olarak her iki yarıktan da geçebileceğini fark edersiniz. Her dalga, önce
yarıklardan geçebilmek üzere parçalanır, sonrada diğer tarafta yeniden
birleşir.Aslında bu bölünmüş dalgaların belli bir yüzdesi birbiriyle
çarpışacağı (ve böylece birbirlerini iptal edecekleri) için ; bir yarıktan ibaret
duruma göre, iki yarıklı halde daha az dalga karşı tarafa geçmiş
olacaktır.Deneylerin gösterdiği de bundan başka bir şey değildir. Dalga teorisi,
önemli bir nokta dışında esrarı çözmüş gibi gözüküyordu. Bölmede ki iki
yarıktan geçerken dalga davranışı serğileyen parçacıklar, hemen ardınca yine
parçacıklara dönüşüyorlardı. Duyarlılaştırılmış zemine çarpan bir dalganın
doğal olarak, tıpkı sahile vuran bir deniz dalgası gibi, hep birden çarpması
beklenirdi. Ancak deney böyle demiyordu : parçacıklar, tıpkı top gülleleri gibi
belli noktalara çarpıyorlardı. Işık denen şey bazı hallerde top güllelerini
andıran parçacıklar gibi, bazı hallerde de dalga gibi davranıyor.
Işınımla ilintili salt
tanecikli bir görüşün benimsenmesinin ne denli güç olduğunu başka güçlüklerde
ortaya koyuyor. Söz gelimi, ilkin Einstein 'ın ışık kuantumunu tanımlama tarzı,
parçacıksal olmayan bir öğeyi işe karıştırıyor: Frekansı. Işınım salt
parçacıksal bir tasarımı, bir dönemliliği, bir frekansı tanımlamaya el vermiyor ;
gerçekten de Einstein'ın tanımında yer alan frekans dalgasal kuramın
frekansıdır ; değeri girişim kırınım olaylarından çıkarsanan frekanstır.
Fotonun enerjisini, frekansın planck değişmeziyle çarpımına eşit olarak tanımlayan
bağıntı, öyleyse, ışınımın salt parçacıksal olduğu görüşüne temel
olmayacaktır. Foton (lar) varsayımı , ışımaların salt parçacıksal bir
kuramına bizi götürmez. Daha geniş kapsamlı, ışınıma hem parçacıksal bir yan ,
hem de dalgasal bir yan yükleyerek ve bu iki yanın kendi aralarında Einstein
bağıntısıyla bağlandığı bir kuramın geliştirilmesini gerekli kılar.
Dalga mekaniği bu iki yanı nasıl bağdaştırabilir? Einstein 'ın foton kuramının
temeline koymuş olduğu, enerji ile frekans arasındaki bağıntı da ışınımlarda ki
'dalga -parçacık' ikililiğinin, kuvantumların kendi varlıklarıyla sıkı
sıkıya bağlı olduğunu gösteriyordu. [ KUANTUM FİZİĞİ ]
Kuantum fiziğinde çok temel bir
deney vardır; o kadar çelişkili, paradoks yüklü sonuçlar vermiştir ki, dünyaya
bakışımız alabildiğine fantastik bir hal alır. Hatta zaman yolculuğu bile sıradan
bir hale gelir. Deney özet olarak şu şekildedir: Bir dönem, atom altı
parçacıkların, tıpkı isimleri gibi küçücük gülleler olduğu düşünülmüştü.
Sağduyu ve Newton fiziği (elbette hala Newton'un bulgularıyla çalışmakta
ısrarlıysanız) her iki yarık açıldığında, tek bir yarığın açık olduğu hale
göre, iki misli sayıda küçük güllenin karşı tarafa geçeceğini söyler.
Gerçekteyse, sadece tek bir yarık açık olduğu durumda daha çok parçacık karşı
tarafa geçmektedir. Aynı deneyi ışık kullanarakta yapabilirsiniz. Işığı, yarık
bir kart (bölme)arkasından bir perdeye yansıtın. Geride perdede ışıklı bir alan
oluşa- caktır. İki yarık açın, iki ışıklı bölgeniz olur. Deliklerden yansıyan
ışıklar üst üste düştüklerinde, perdede birbirini izleyen koyu ve açık
hatlar oluşur: Bu bir girişim modelidir. Ancak ışık, bildiğiniz gibi, foton adı
verilen parçacıklardan oluşan bir akımdır. Diyelim ki ışık kaynağınızı iyice
kısıyor- sunuz, öyle ki sadece bir tek foton gönderiyor. Eğer iki yarıkta açıksa,
tek bir foton'un bunlardan birinden geçerek perdeye düşmesi beklenecektir.
Ancak, yine her iki yarığın da açık olduğu halde, tek foton iki yarığın da
açık olmasından kaynaklanan girişim örüntüsü bölgesi dahilinde bir yere düşmez.
Bu deneyi bir kaç kez yinelediğimizde, bireysel fotonların tıpkı bir foton
akımıymışlar gibi, bir girişim örüntüsü oluşturmaya başladıkları görülür.
Daha da ilginç olan şey, sadece tek yarık açık olduğunda örüntü hiç oluşmaz.
Ve ''nasıl oluyor da tek foton kendisiyle yada daha önce gönderilmiş veya daha
sonra gönderilecek diğer fotonlarla bir girişim modeli oluşturuyor.'' sorusu
gündeme gelir. Parçacık, iki yarık değil de sadece tek bir yarığın açık
olduğunu nereden biliyor, diye sorarız.
Eğer Zaman ve Işık üzerine tam bir bilğiye sahip
olsaydık uzay/zaman da solucan deliklerini, boyut değiştirmeyi, karşıt yerçekimi
dalgalarını, zaman kayması fenomenini, zaman yolculuğunu tam olarak anlayabilirdik. Ve
uzay gemilerimizi ışık hızı ve üstü hızlarda zaman akımları boyunca
yürütebilirdik. Uzay/zaman'ın düz çizğilerini istediğimiz gibi eğip
-bükebilirdik. Boşluk dediğimiz alana hayali mikroskoplarımızı yöneltip
baktığımızda orda bir ışık frekansı havuzunu görecektik. Mikroskopun
görüş gücünü arttırdığımızda karşımıza salt uzay/zaman çizğilerine
bürünmüş elektromanyetik bir köpük çıkacaktı ! Ve bu boşlukta bir var olan bir
yok olan parçaçık bulutuyla karşılaşacaktık. Bu durumda kendimize sorarız
''bir şeye ne zaman tam olarak parçacık denir ve ne zaman bu parçacıklar boş uzayın
bir ögesi olarak ele alınabilir ?'' İşte fiziğin tüm gizemi bu atom altı
ölçekteki dünyada gizlidir. Tam bu noktada 'alan' parçacığa, parçacık 'ta
alan 'a dönüşür. Ve uzay-zaman çizğileri birbirine karışır. Kuantum
köpüğünde, kuantum fiziğinin denklemleriyle genel görecelik denklemleri birbiri
içerisinde eriyerek tek bir ''etki kuantumunun'' gizli ve derin yapısını anlatan
yeni bir denkleme dönüşür.Bu yeni denklemler parçaçıkları; üçboyutlu
uzay-zaman kafes çizğilerinin bir dördüncü boyut doğrultusunda kendi
üstüne çöküp girdaplaşarak oluşan üçboyutlu küresel ışık vorteksleri
olarak tanımlar. Bu durum enerjinin maddesel bir parçacığa dönüşmesidir.Buna göre
bir parçacığın yok olması o parçacığı oluşturan 'kendi üstüne düğümlenen
uzay-zaman çizğilerinin' açılıp serbest kalması anlamına gelir.Bu bir başka
anlamda maddenin enerjiye çevrilmesidir. İyi ama bu durum kendi uzay yada zaman
boyutumuzun dışına çıkmak anlamına gelmez! Peki bir parçacık orijinal haliyle
zaman-uzayın kapalı çizğileri boyunca nasıl yerdeğiştirebilir.Parçacıkla
birlikte parçacığı yansıtan uzay-zaman çerçevesini kesip başka bir
uzay-zaman çerçevesi ile kaynaştırıp birleştirmek nasıl mümkün olabilir.Belli
büyüklükteki bir parçacık için kuantum vakumu dalgalanmaları hissedilmeyecek kadar
zayıftır.Böyle bir parçacık kendi çevresindeki uzay-zaman kafesini bozup
yönlendirerek kendisini yerçekimsel bir dalga üstünde uzay-zamanın kafes çizğileri
boyunca sörf yaparcasına kaydırıp sevk edebilir.
Işık kuramlarından biri,
ışığın saniyede 300.000 Km. hızla yol alan foton denilen küçük
parçacıklardan yapılmış olduğunu ileri sürer. Bu fotonlar ışık hızında
gittiklerine göre, fotonların kütlelerinin neden sonsuz olmadığı sık sık sorulan
bir sorudur. Sorunun kısaca yanıtı, fotonun durgun durumda varolmadığı ve bu yüzden
durgun kütlesinin sıfır olarak düşünülmesi gerektiğidir. Bu sorunun yanıtı,
fotonların, bilinen maddenin yalnız bir kısım özelliklerini taşıyan, bir
çeşit yarı- madde olması olgusuyla ilgilidir. Fotonların en başat(baskın)
maddesel özellikleri momentumlarıdır. Dolayısıyla Einstein 'ın özel
rölativite teoremince öngörülen kütle artışı denklemi fotonlara uygulanmaz. Ve
ışığa dair bir paradoksta şudur; Işık bir enerji formudur ve bir kütle
değerine sahiptir keza zaman ve uzayda yer alan her şey bir kütle değerine sahiptir.
Işık fotonları zaman ve uzayda bir yer işgal eder.Bu da onlara kütle
kazandırır.Einstein 'ın özel görecelik kuramına göre hızlanan bir parçacığın
kütlesi rölativistik hızlarda farkedilebilir bir artışa maruz kalır. Işık
enerjisi bir miktar enerjisel kütle değerine sahiptir.Enerjinin titreşim hızı
arttıkça enerji değerliliği frekans olarak büyürken enerji miktarında da kütlesel
bir artış olmak zorundadır.Ama ışığın frekansı ne kadar büyürse büyüsün
'titreşimi artan enerjinin' kütle miktarı hep sabittir. Buna göre normal de kinetik
enerjiye bağlı bir kütle artışından bahsedilemez öyleyse ışık hızında giden
bir parçacık içinde bir kinetik enerji kazanımı bir kütle kazanımına
dönüşmemelidir.Akademik dünyada kabül edilen bir görüşe göre; ''Işık
elektromanyetik bir olaydır ve ''foton'' şeklinde kuantize olmuştur. Fotonun durgun
kütlesi sıfıra yaklaşır. Bununla fotonun kütlesinin sıfır olduğunu söylemek
istemiyoruz, sadece fotonun hiç bir zaman durgun olamayacağını belirtmek istiyoruz.
Foton açısından kütle kinetik enerji olarak değerlendirilebilir.'' Fakat yine bu
görüşe görede kinetik enerjisi artan- frekansı yükselen ışıma enerjisinin belirli
orandaki kütlesel miktarında da artış olmalıdır. Foton, uzayda olan dalga
benzeri lineer yayılım hızından ötürü (ışık hızı) sonsuz bir kütle
kazanımına uğramış olmalıydı! ve yine elektrik ve manyetik alanların
salının hızının -kinetik enerjisinin- artmasıylada ışığın kütlesi
büyümelidir. Ama öyle olmuyor. Ben Einstein 'ın özel görecelik kuramındaki
''hızlanan parçacığın artan kinetik enerjisinin parçacığın artan kütlesi olarak
görünmesi'' düşüncesine karşıyım.
''Işık dalgası- doppler
etkisi'' kuramlarında da parodokslar henüz daha çözümlenebilmiş değildir.
Örneğin Doppler olayı adı verilen olguya karşın, her iki tarafta tepe (dalga)
sayısının birbirine eşit olacağını görürsünüz. Bu da kısa dalga tarafında
frekansın artmaması, uzun dalga tarafındakilerin sayısına eşit olması demektir.
Işık kaynağının hareketiyle birlikte, bu hareket yönüne karşı yönde bir güç
(bir güç, ama fizikte boşluk : yokluk ortamında dalga yayınımı önkabülü, böyle
bir güçten söz edemez, etmez. Ve dalgalar, fiziğe göre, boşlukta, neden -sonuç
dışı olarak yayınır, bu da gizli bir kabüldür), kaynagın hareketi yönünde içten
dışa doğru ardışık olarak oluşan küreleri sıkıştırmakta, bu oranda da, küre
oluşumu, kaynağın hareketinin tersi yönde kayma yapmaktadır. Dalgaların
yayıldığı ortam konusunda fizik, yanlış tanımlanmış bir kavramı olan esirle
birlikte, sorunu çözmeden atmış, yukarıdaki türde ayrımlar yapmamıştır. Boşluk
(yokluk) eğer varsa Doppler olayına neden olamaz. Fizik, dalgaların
boşlukta yayıldığını söyler. Öyleyse Doppler olayı adı verilen olguda,
niçin kaynağın hareketi yönünde dalgalar kısalır, tersi yönde uzar? Ses dalgaları
için Doppler olayından bahsedilebilir. Ama ışık dalgaları ses dalgaları gibi
mekanik dalgalar değildir. Dalgaların hareket yönünde kısalmasının, tersi yönde
uzamasının nedeni, boşlukta yayınım kabülüyle, asla bulunamaz.Ancak bu kısalma
yada uzamanın nedensiz olması olanaksızdır. Boşluk bir neden olamayacağına göre,
orada boşluk değil madde var demektir. Acaba bu doğru olabilir mi ? Buna
göre bu maddesel ortam boyunca hareket eden kaynağa ait ışık dalgaları hareket
yönünde ortamın direnciyle karşılaşarak sıkışırken aynı oranda bir
direnç azalması da kaynağın hareketinin tersi yönde dalgayı uzatıyor. Ki ' ben
ışık kaynağının hareketine bağlı olarak ortaya çıkan 'doppler etkisini' bilimin
büyük bir yanlışı olarak görüyorum. Ses dalgaları için -su dalgaları
için ve diğer mekanik dalgalar için bunu söyleyebiliriz. Ama ışık uzaysal bir
dokudaki mekanik dalgalanmalar değildir. Su ve sudaki dalga iki ayrı durumdur. Dalga, su
ile özdeşleştirilemez. Ama ışık uzay-zaman çizğileri boyunca bu
çizğilerden bağımsız olarak yol alan bir şey değildir. Işık enerjisi uzay-zaman
'ın çercevesini çizen -yoklukta bu çerçeveyi çizip vareden- gösterime sokan
titreşimsel bir enerji kalıbıdır. Boş uzayları kolayca geçebilen ışık
dalgalanmalarını bir yerden ötekine ileten madde değildir.Peki ama bu dalgalanmaların
kaynağı nedir? Işık titreşimine neden olan bir ortam varmıdır?[ IŞIĞIN
GİZEMİ ]
Eğer ışığı taşıyan bir
ether- esir ortamının varlığını yadsırsak ışığın boşluktaki yayılımını
nasıl açıklarız. Işık ışınına temel kavram gözüyle bakılınca ışığın
parçacıksal anlayışına varılır ; buna göre ışık, hızlı devinim durumundaki
parçacıklardan oluşur ve ışınlarda bunların yörüngeleridir.Buna rağmen
fizikçilerin bir çoğu elektromanyetik alana bir dayanak bulmak; onu bir şeyin gibi
görmek gereksimini duymaktan yine geri kalmıyorlardı. Esirin biçim
değiştirmeleri ve gerilip kasılmaları(tensions) ile elektromanyetik olayların
mekanik bir tasarımını bulma yolunda büyük çabalar harçamaktadır. Boşlukta düz
ve tek- renkli bir ışık dalgası, Maxwell' in fikirleriyle, iki vektörle belirginlik
kazanır : Dalga frekansı ile titreşim yapan ve yayılım doğrultusunda yayılan
manyetik alan ve elektriksel alan ile ; bunlar birbirine eşittir, kendi aralarında ve
yayılım doğrultusuna dikeydir ve aynı faza sahiptir. Maxwell, Esir dokusunun
esnek titreşimini elektrik titreşimiyle bir tutmakta.
Elektromanyetik kuramda, artık
pek ala esirden söz edilmeyebilir: Dolayısıyla boş uzayın özelliklerini, her
noktada, elektrik alanı ve manyetik alan gibi iki vektör ile belirlenmiş olduğunu kabül etmek yeterlidir. Fresnel 'ci ışık görüşü, ışık dalgalarına destek olan,
tüm evrene yayılmış ve tüm nesnelerin içine işleyen bir esirin
varlığını kabül etmekteydi. Maxwell kuramı ise esirin önemini biraz
düşürdü. Çünkü bu kuram ışık titreşiminin herhangi bir şeyin titreşimi
gibi olmasını artık gerektirmiyordu; ışık titreşiminin yalnızca elektromanyetik
vektörlerle belirlenmiş olmasını varsayıyordu. Ve bende kendi adıma esir kavramını
reddediyorum. Maxwell 'in düşüncesi gerçeğe daha yakındır. Işık kendi başına
temel bir yapımıdır? Eğer öyleyse girişim deneylerinde yıkıcı girişim sonucunda
dalgalar sönümlenip kaybolmamalıdır ! Bu girişim deneylerinde tepe ve çukur
noktaları karşılaşan ışık dalgaları bir birlerini yok eder gibi görünsede
aslında bu tam anlamda bir yitip gitme değildir. Bu durum dalga atmalarının,
genliklerinin ve dalga boylarının farklı bir düzeye çekilmesi olayından başka bir
şey değildir. Ama bir ışık dalgası formu asla yok olmaz.Girişim ve kırınım
olaylarında ışık dalgalarının dalga boylarında, frekanslarında, enerji
seviyelerinde, genliklerinde milyonlarca değişiklik olabilir. Ama bir ışık
dalgası asla yok olmaz. Bir miktar ışık dalgasının yok olması demek uzay/zaman
dokusunun bir parçasını kesip çıkarmak demektir.
Işık titreşimlerinin hızı asla sıfır olamaz ! Çünkü titreşim
daima E= h x f formülünce bir kütle ve enerji
değerliliği noktası olan bir fotonu ifade eder.Yine bu kütle - enerji
eşdeğerliliği E= m x c2 formülüylede
öngörülebilir.İşte tam bu noktada fotonik bir enerji denizi olan uzay dokusu
çerçevesinde düz geometri neyi simgeler ? Düz geometri, uzayı oluşturan her bir
fotonik noktaya ait zaman dalgası genliği ve salınım hızının birbirine senronize
olmasını ve bu uzayı oluşturan noktalar kümesi arasındaki eşzamanlılık uyumunu
ifade eder. Eşzamanlılık denen noktalar arasındaki andalaşma(zamandaş olma
durumu) düz uzay/zaman geometrisinin zorunlu bir sonucu olarak yada yansıması olarak
görülebilir. Bir düzenin yada oransal yapının olduğu yerde, zamanın göreli
olmasındanda söz edilemez.Uzaydaki noktalar arasındaki eşzamanlılık uyumunun
yitirilmesi o noktalar arasında oluşan zamansal faz farkının bir sonucu olarak
uzayın o noktada boyutsal bir faz farkına uğraması yani uzay/zamanın eğrilip-
bükülmesine karşılık gelir. Genel göreceliğe göre savunulan kütle ile enerjinin
zaman mekanı bükmesi diye bir şey yoktur. Olan hadise kütle ve enerji yoğunluğuna
ait faz farklarından doğan karşılaştırmalı uzay/zaman alanlarının bir birlerine
göre olan-ölçümlenen durumlarının bir sonuçudur.Bir foton bir kütle ve
enerji değeriyle bir salt uzay/zaman kesim noktasını ifade eder. Bir fotonu ifadeleyen
salınan elektrik ve manyetik alan çizğileri bir şekilde uzay ve zaman çizğileri
olarak kendini gösterir. Ve bu çizğilerin kendi içinde eğilip bükülmesi ile
elektrik ve manyetik salınım alanlarına bir üçüncü alan olan gravitasyon alanı da
katılmış olur.Ama gravitasyon alanı elektrik ve manyetik alan gibi bir güç alanı
değildir.Gravitik dalga vektörü sudaki dalgasal titreşimlere benzetilebilir yani
elektromanyetik güç alanı suyu temsil ederse, gravitasyon dalgasıda bu suyun
titreşimsel dalgalanmasının bir sonucu olarak kendi başına bir gerçekliği olmayan
bir etkinlik olarak ortaya çıkar. Ama elektrik ve manyetik dalga alanları kendi
başına salt gerçekliklerdir! Öyleyse bir foton görüntüsü altında özdeşleşen
kütle ve enerji niceliklerini ifade eden kuantum enerji denklemindeki C değerine
karşılık gelen dalga boyu ve frekans parametrelerindeki çarpıcı değişiklikler bizi
genel göreceliğin düz uzayından eğri uzayına taşıyan denklemlere bağlar. Ve
böylece bir kuantum kütle çekimi denklemine ulaşmış oluruz.
Bu denklem uzay/zamanda
iki noktayı bir birine bağlayan bir solucan deliğinin matematiksel kanıtıda olabilir.
Bu solucan delikleri, elektriksel alanlarla gravitasyon alanlarının tek bir denklem
çatısı altında birleştirilmesi sonucunda anlamlı bir önermeye kavuşabilir. Modern
çağda Örsted, Faraday ve Maxwell 'in elektrik ve manyetik güçleri özdeşleştirme
yoluna gittiklerini görüyoruz. Einstein 'ın da ömür boyu süren düşü buna
yönelikti; Doğanın tüm güçlerini ( gravitasyon, elektrik, manyetizma, vb.)
''birleşik alanlar'' dediği temel bir ilkeye bağlamak. Einstein, kalan zamanını
elektro-manyetik ve kütleçekimi alanlarını birleştiren birleşik alanlar
kuramını oluşturmaya verdi. Einstein fiziğin tümüyle geometriye
indirgenebileceğine inanıyordu. Aslına bakarsanız Einstein ustanın düşüne
bende katılıyorum fakat bu çözüm kuantum fiziğinin dışında bir çözüm
değildir. Sonuçta fiziksel enerji alanlarını salt geometriye indirgemek birazda
matematiğe ve fiziğe nerden baktığımıza bağlıdır desem sanırım abartı
olmayacaktır.
|
|
|
|
Bilinmelidirki 'Ether' hiçbir biçimde
yoktur. Elektromanyetik alanlar bir ortamın durumları değildirler, ama tıpkı
tartılabilir özdeğin atomları gibi başka herhanği bir şeye indirgenemeyecek
bağmsız olgusallıklardır. Elektromanyetik enerji dahada altında bir yapıya
ayrıştırılıp dönüştürülemeyen bir özdür. Elektromanyetik enerji boş uzayın
fiziksel özelliğidir. Boşluk, elektromanyetik bir vakumdur.Ve bu boşluk kuantize
edilip bölünebilir bir yapı değildir. Ama matematiksel bir tanım olarak
elektromanyetik alan fotonlarını uzay ve zaman çizğilerinin birbirini kestiği
-birbirine bağlandığı-varsayımsal üç boyutlu kafes noktaları gibi
düşünebiliriz.Ama fotonlar arasında kesinlikle sanıldığı gibi bir boşluk
yoktur.Bu anlamda sanal olarak uzay-zamanın birbirlerinden kopmuş noktalar
topluluğundan meydana geldiğini varsayabiliriz. Parçacıklar bu noktalar üzerinde
bulunabilirler, ancak aralarında olamazlar.Bu noktalar topluluğu uzay-zaman kumaşı
denen dokumayı meydana getirirler. Işık bölünemez bir güç hacmidir.
Gerçekten de
elektromanyetik dalgalar henüz tam olarak anlaşılmamıştır. Bir parçacıkla bir
foton arasındaki vuruş proplemini dalga mekaniği yöntemleriyle açıklayabilmek için,
fotonları elektromanyetik dalga içine katmaya ve, daha genel olarak da,
elektromanyetik alanı kuantumlamaya girişmek gerekir. Bu durum Einstein 'ın salt
uzay alanı dalgasını kuantumlayarak noktalar kümesinden kurulma bir evren modeline
dönüştürmek demektir.
Işık ışınlarının
yayılacakları bir ortam olmadığı halde, nasıl uzayda dalga biçiminde yayılıp
hareket ettiği halen çözülememiş büyük bir sırdır. Eskiden iddia edildiği gibi
evreni dolduran ve ışığın içinden hareket ettiği ''ether'' adlı bir
yapının olmadığı fiziksel olarak ispatlanmıştır. Uzay ve zaman rölatiftir.
Uzay-zaman isimli başka bir boyutu oluşturmak için birleşirler.Uzay ve zaman
sabit, birbirinden ayrı, mutlak değillerdir. Ether isimli bir çeşit sabit uzay dokusu
diye bir şey yoktur.Uzayı kaplayan böyle bir dokudan bahsedilemez. Sabit, durağan bir
referans noktası evrende mevcut değildir. Evren'deki her şey hareket, titreşim
ve değişim halindedir. Bu bakış açısında evrensel olarak sabit ve
tanımlanabilecek ''şu an'' yoktur. Fakat benim kendi araştırmalarıma göre
''zaman'' evrende farklı noktalarda farklı hızlarda aksada bu
farklılık 'ana zaman tensörünün' belli bir orandaki genişleme ve daralma
harmoniğine bağlı bir durumdur. Zaman kendi evrenimiz içerisinde esnesede,
hafifçe kaymalara uğrasada evrende şimdi denen bir eşzamanlılık uyumunu inkar etmek
büyük bir hata olur .Fakat şimdiki zamanın kendi içerisinde bir plastik gibi
gerilip -esnemesi yada belli oranlarda eğrilip- bükülmesi evrendeki
eşzamanlılık gerçeğini bozmaz. Çünkü esneyip gerilen zaman faktörü yine
tekrar eski halini alacaktır. Evet ışık bir titreşimse, titreşeceği bir ortam
olmadan nasıl yayılabilir? Bu bir paradoks değil midir? Bu konuda ortaya atılan
ilginç hipotezlerden birisi ışığın dördüncü boyutun titreşimi olduğudur(
zamanı bir boyut saymazsak). Bu hipoteze göre aslında uzayda var olan
boyut sayısı üçten fazladır, yani en- boy -yükseklik benzeri başka boyutlarda
mevcuttur. Işığın
davranışını anlamak için hiperuzaya ve yüksek boyutlara açılmaktan
başka çare yoktur. Benim araştırmalarım göstermiştir 'ki ışık enerjisi uzayda
yer işgal eden ve uzay dan ayrı bir dalga formu değildir. Işık enerjisi uzay dokusu yada
alanı denebilecek vakum enerjisinin kendisidir. Yani buna göre ışık, uzayda yayılan bir şey değildir.
Işık, zaman akımı boyunca uzaysal enerji dokusunun ''kaynatılarak köpükleştirilip
dalgalar biçiminde'' geçen zaman içerisinde uzayda yayılıyormuş gibi gösterime
sokulan bir zaman dalgalanmasıdır. Işığın yayılması, üç boyutlu enerjinin
kendini üst boyuta doğru( kendi boyutunu) açarak kendisini titreşimler biçimde
uzatıp-açarak-genişleterek-
enerjinin sürdürülen hareketi biçiminde kendisini bir zaman akımı olarak -göstermesinden ibarettir. Zaman akımı ve ışığın
yayılması -içsel titreşim döngüsü- arasında bir bağlantı vardır.Bu
formüle edilebilirse zaman akımının fiziksel bir gerçek olduğu ortaya konulabilir.
Işık enerjisinin iç titreşim modlarına doğrudan bir etki ile fiziksel
olarak zaman akımını yavaşlatmak hızlandırmak yada zaman akımının ilerisine ve
gerisine doğru uzay/zaman da bükülmeler yaratmak olası hale gelir.
|
|
Newton 'un boş uzay fonunda,
noktasal parçacıklar temel fiziksel gerçekliği temsil ediyorlardı; bunlar
arasında da uzaktan etki denen esrarengiz kuvvetler vardı. Maxwell 'in görüşündeyse
uzayın her noktasında zamanla da değişebilen üç elektrik üç manyetik alan
bileşeni bulunuyordu. Klasik Maxwel alan kuramında uzayın her noktasında salınım
yaparak yayılan elektrik ve manyetik alan dalgaları bulunduğunu belirtmiştik. [ Işığın
dalga ve parçacık yorumuna ait kısa tarihçe ]
Bu kuramın kuantum biçimindeyse
kabaca uzayın her noktasında bir kuantum harmonik osilatörü
bulunur. Ve bu ''nokta'' zaman ' la özdeşleştirilebilecek bir
parametredir. Zamanın akım hızı ve bu harmonik osilatörün temel ışık hızıyla
özdeş hız frekansı birbirine senkronizedir. Enerji ile zaman ilişkisine dair zamanın,
enerjinin üretilme ''ritmi'' ne daha doğrusu enerjinin kendi değerini aynen-tekrarlama
(yani kendini aynen-yeniden- üretme) frekansına bağlı olduğunu bilmeliyiz. Alan, her yere dağılmış
fiziksel bir sistem olduğu için, her noktada aynı dalga frekansı ''f '' geçerlidir; böylece her noktada (uzay-zaman
noktası) enerjileri h x f ' nin tam sayı katları olan ''alan tanecikleri ''
yani fotonlar üretilebilir.Ve alanı yaratanda yada düz uzay/zaman levhasına neden olan
şeyde bu her bir nokta arasındaki eşzamanlılık uyumudur.
Evrendeki herşey bu ışık titreşimlerinden bu foton noktalarından
oluşur. Titreşim frekanslarında milyonlarca değişmeler vardır. Ancak, bilindiği
gibi hiç bir şey ışık hızından daha hızlı titreşmez. Işığa ait her bir renk
bandı yada frekansı farklı bir hızda titreşir. Bilim adamları ışığı yada evren
denen bu elektromanyetik ışık havuzunu birbirinden ayrı bant ve dalga
boylarındaki ışıma gamlarından ve hız frekanslarından oluşmuş bir frekans
havuzu gibi görüyorlar. Biz bu alana sıfır nokta enerjisi yada
kuantum boşluğu adını veriyoruz. Eğer evreni ışık hızı frekansında titreşen
tek bir ışık frekansı ve dalga boyu bandı gibi görebilirsek ( tek bir evrensel dalga
fonksiyonu = ZAMAN DALGASI = Bir AN ) ve evreni tek bir bütünsel yapı olarak görebilirsek
Einstein' ın salt uzay -zaman alanına ulaşabiliriz.
Böylece zaman ' ın akış
hızı zaman/uzay salt alanının temel titreşim oranına (frekansına) ve devir
adedine bağlı olmuş olur. İşte zaman/uzay salt alanının bu temel titreşim
devrindeki harmonik sapmalar salt uzay/zaman geometrisinde boyutsal bir faz
değişimi olan uzay/zaman eğriliği olarak karşımıza çıkar bu bağlamda
yerçekiminide uzay/zamanla birlikte varolabilen bir fenomen olarak ortaya koymuş
oluruz. Bir bakıma yerçekimi zaman içerisinde meydana gelen hafif bir zaman
kaymasıdır. Yani yerçekimi denen uzay eğriliği, uzay alanı içerisindeki
kuantum vakumuna ait her bir noktanın diğer bir noktayla olan eşzamanlılık
uyumunun yitirilerek zamansal bir faz farkınının meydana gelmesi olayıdır.Ve bu da
kütleçekiminin kuantum harmonik osilatöründeki titreşimsel bir sapma olarak
ortaya çıktığını göstermiş olur. Böylece ''uzay/zaman çizğilerine bağlı bir
maddeyi'' oluşturan atom-altı zerrelerin elektromanyetik enerjisini hızlandırarak bir
tür zaman kayması etkisi denebilecek boyutsal bir faz değişimi yaratabiliriz. Ve
böylelikle Philadelphia deneyinde sözü edilen geminin, ''alansal enerjilerin
karşılıklı rezonansı ve çatıştırılması ilkesiyle'' maddenin (geminin) zaman
fazında da bir değişme yaratabilmemiz ve geminin ortadan kaybolması olanaklı
hale gelmektedir. Bu deney bir yalan yada bir fantezi ürünü olsada bu düşünce bir
gerçektir!
|
|
Çok güçlü elektromanyetik
dalgalarla uzay/zamanın bir noktasında yaratılacak elektromanyetik fırtınalar
uzay/zaman geometrisini bozarak başka boyutlara doğru yerçekimsel bir tünel etkisi
denen uzay/zamansal bükülmeleri yaratabilir.Yoğun elektromanyetik alanlar
altında uzay/zamanın düz çizğileri bir dördüncü boyuta doğru ''eğrilip
sipiralleşerek / bükülerek'' uzay/zaman çizğilerinin burulmasından oluşmuş
yerçekimsel bir girdap etkisi ya da bir çeşit tünel etkisi' ne (solucan deliği) neden
olur.
|
|
“Zaman” dediğimiz (Einstein’ın 4. boyut adını
taktığı) kavram, tamamen enerji - madde ve mekan üçlüsüne bağlı bir gelişimdir;
madde - enerji - mekan sistemleri sabit, değişmez kalırlarsa, zaman diye bir şey
oluşmuyor. "Olay" dediğimiz kavram, bir enerji akımı veya aktarımını
yansıtır. Sokaktaki insanların ve diğer öğelerin bir an için her türlü enerji
dönüşümünü kestiklerini düşünün: Hiçbir insanın hiçbir hücresi enerji
alış-verişi yapmayacak; dolayısıyla hiçbir organı hareket etmeyecek ve insanlar bir
heykel gibi o anki konumlarında donup kalacaklar; dünya dönmeyecek, sıcaklık
değişmeyecek, hava hep aynı aydınlık derecesinde kalacak, rüzgar olmayacak, vs..
Bunun anlamı, her türlü enerji akışının durmuş olması ve hiçbir "olay"
olmamasıdır. Düşünün, yukarıda anlatılan film şeridinde sahnelerde hiç bir
değişiklik olmasa, her sahne bir diğerinin aynı olsa, “zaman” denilen
farklılaşma belirtisi nasıl algılanabilirdi? Bir insan hiç değişmese, çevresindeki
hiç bir şey değişmese, güneş hep aynı konumunda kalsa, ağaçlar büyümese,
rüzgar esmese, kısacası, her şey bir resim gibi dondurulmuş olsa, zaman kavramıyla
neyi kastedecektik? Dolayısıyla, “zaman”, madde -enerji- mekan üçlüsü
arasındaki değişim ve dönüşümün göstergesidir. Değişim ve dönüşüm,
enerjinin bir yerden başka bir yere akması sonucu oluşan bir olaydır. Bu değişim ve
dönüşüm hem canlılar hem de cansızlar aleminde vardır; değişim ve dönüşümün
kısa tanımı da “EVRİM” olduğuna göre, evrim hem canlılar aleminde, hem de
cansızlar aleminde söz konusudur. Dolayısıyla, evrim(değişim) zaman kavramının eş
anlamlısı olmaktadır.Bu anlamda ''hareket -enerji ve zaman'' aynı şeyi ifade eden
üç kavramdır.Bu üç kavram tek bir kavramda birleşir bu kavram IŞIK 'tır.
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu
bir suçtur..! Tüm hakları
Çetin BAL'
a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli