Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli

İkinci sayfanın devamı:   

KARA DELİKLER VE WORMHOLE KURAMI

Bilinmeyen korku verir insana... Ve bu korku çekiciliği de beraberinde getirir hep... İnsan içgüdüsel olarak alışılmışın dışındakilere ilgi duyar. Tarih boyunca insanoğlu açıklayamadığı, anlayamadığı şeylerden korktu hep; ancak bilinmeyenin peşinden koştu ve gizemli olanı açıklamaya çalıştı. Ne var ki, son yıllarda sokaktaki adamdan tutun da ilkokul çocuklarına kadar pek çok kişinin hakkında az çok bir şeyler bildiği kara delikler için "gizemli" kelimesi biraz hafif kalır... Kara delikler evrenin en gizemli, en güçlü, en akıl almaz fenomenleridir... Bir küre düşünün! Kapkara bir küre ki içine giren hiç bir şeyin, bugüne kadar bilinen en hızlı şey olan ışığın bile çıkamayacağı kadar güçlü bir kütleçekimine sahip... Asıl inanılmaz olan ise kara deliğin merkezindeki noktacık; kara deliğin evrenden yuttuğu herşeyin bir daha geri dönmemek üzere yok olduğu yer...

                                                                        

Son yıllarda kara delikler fiziğin gündeminde baş köşedeki yerlerini koruyorlar... Teknolojinin elverdiği ölçüde yapılan araştırmalar sürekli yeni kuramların ortaya çıkmasına olanak sağlıyor... Kimileri, ulaşılması mümkün olmayan uzaklıklara hatta başka evrenlere kapılarımızı açabilecek olan "kurt delikleri"nden (Worm Hole) umutlu. Ancak fizikçilerin asıl peşinden koştukları şey kara delikler sayesinde Kuantum yasalarıyla Einstein'ın kütleçekim kuramını birleştirebilecek olan "Genel Kuramı", "her şeyin kuramı" ya da daha doğru bir ifadeyle "kütleçekimin kuantum kuramını" elde edebilmek...

Aslında yeni öngörüler ve karmaşık kuramlar olmadan da kara delikler basit mantığın sınırlarını zorlayacak derecede karmaşık yapıdalar... Kara deliklerin bir türü, çok büyük kütleli yıldızların merkezlerindeki hidrojen yakıtlarını kısa sürede tüketmeleri ve çökmeleriyle oluşuyor. Evrende var olan süpernovalar birkaç milyar yıl boyunca etraflarına enerji yaydıktan sonra "kırmızı dev" adı verilen süper dev yıldızlara evrimleşirler. Bir çoğu enerjilerini yakarak tüketir ve doğanın akıl almaz gücüne dönüşürler... Kabullenilmesi zor olan şey Güneş'ten kat kat büyük olan bu yıldızların inanılmaz boyutlara küçülmesi; yani çok büyük bir kütlenin, inanılmayacak kadar küçük bir hacme sıkışması ve sonuçta çok büyük yoğunluklara ulaşılması...

Bir kara deliğin teorik olarak şekli diğer yıldızlar ve gezegenler gibi küreseldir. Her cisim gibi kara deliklerin de kütle çekim alanları vardır. "Olay Ufku" (Event Horizon) denilen bu alanlar içine düşen hiçbir şeyin kaçamayacağı bölgelerdir. Olay ufkunun içine giren her türlü madde kürenin merkezinde bulunan "tekillik"e (singularity) düşmeye mahkumdur. Asıl kara delik çapı bile olmayan ve matematiksel bir noktayla ifade edilen bu "tekillik"tir. Bir örnekle somutlaştırmak gerekirse Güneş'ten 10 kat büyük bir yıldızın çökmesiyle oluşacak olan kara deliğin olay ufku sadece 60 km. çapında olacaktır. Kara deliklerin sadece çok büyük yıldızlardan oluşmasının nedeni ise maddenin böylesine muazzam ölçülerde sıkışabilmesi için gerekli olan koşulların büyük yıldızlarda kendiliğinden var olması... Bir kara deliğin kütlesi ne kadar büyükse buna bağlı olarak, uzayda kapladığı yer de o ölçüde büyük oluyor. Yani "Schwarzschild yarıçapı" denilen olay ufkunun yarı çapıyla, kara deliğin kütlesi birbiriyle doğru orantılı.

Biraz da hayal dünyasına geçiş yapalım ve fantezilerden söz edelim. Tutun ki bir uzay gemisiyle bir gökadanın merkezine seyahat ediyoruz ve farkında olmadan büyük bir kara deliğin olay ufkunun içine düşüyoruz. Artık kesin olan bir şey var; o da asla ve asla dışarı çıkamayacağımız. Hiçbir şekilde buraya düştüğümüzü dışarıdakilere bildirmemize de imkan yok; çünkü olay ufkundan dışarı ne ışık ne de radyo dalgaları çıkabilir. İlk anlarda her şey yolunda görünüyor. Olay ufkunun içine ışığın girişi serbest olduğu için dışarıda olup bitenleri görebiliyoruz, sadece müthiş kütleçekimden kaynaklanan eğilme ve bükülmeler var. Ancak bu ilginç yolda ilerledikçe durum vahimleşiyor ve tekilliğe erişemeden önce çoktan parçacıklarımıza ayrışmış oluyoruz. Bu sırada dışarıdan bizi gözleyenler ise olay ufkuna yaklaştıkça bizi yavaşlıyormuş gibi algılıyor ve onlara göre olay ufkuna girmeden hemen önce bir anda yok oluyoruz. Bunun nedeni o andan itibaren bizden giden ışığın gözlemcilere ulaşamıyor olması...

Tüm bu varsayımların açıklaması ise Einstein'ın kütleçekim kuramında saklı. "Genel göreleliğe" (theory of general relativity) göre; kütlesi olan her cisim, uzay-zaman dediğimiz dört boyutlu dokuyu tıpkı üzerinde ağır bir top konmuş esnek bir kumaş gibi çukurlaştırıyor. Bu çukurun üzerinden geçen herhangi bir cisim, hatta ışık, çukurun büktüğü düzlemden geçtiği için biraz eğrileşecek, ya da bükülecekti. Kara delikler ise çok büyük kütleli cisimler olduklarından, uzay-zamanda oluşturdukları çukurlar da adeta dipsiz kuyuları andırıyor; yani çukurun kenarından içeri düşen bir cisim, hatta hızlı bir ışık fotonu bile, karşı duvara ulaşıp eğriyi tırmanarak yeniden düze ulaşamıyor. Einstein'a göre uzayla zaman aslında aynı şey olduklarından bu denli büyük bir kütle zamanı da bükmüş oluyor. Diğer bir deyişle bir kara deliğin yakınındaki biri için zaman diğerlerine göre çok daha yavaş geçiyor. Hatta eğer yeterli teknolojiye sahip olup birbiriyle eş özellikler taşıyan iki kara delik yaratabilseydik, belki de bir çeşit zaman tüneli ya da ışınlama sistemi oluşturabilecektik. İşte kuramın bu yönü science-fiction yapımcıları için bir ilham kaynağı oluşturuyor ve zamanda yolculuk hikayeleri kafamızı kurcalamaya devam ediyor. Buna benzer bir zaman yolculuğu fikri  Star Trek IV  filminin ana konusunu oluşturmaktadır.Star Trek  IV'teki zaman yolculuğu düşüncesi temelde bir yıldızın yerçekimsel  uzay/zaman eğriliği sapmasının kullanılarak uzay gemisinin zamanda geriye doğru sıçratılması ilkesine dayanmaktaydı.

Kütleçekim kuramının yanında kara deliklerle ilgili bir başka model de Stephen Hawking'in kuantum mekaniğinden yararlanarak ortaya sunduğu kara delik ışınımı. Modele göre kara delikler kütleleri nedeniyle bir ışınım saçıyorlar. Kuantum Mekaniği'nin temel önermelerinden olan Belirsizlik İlkesi uyarınca enerjinin korunumu yasası kısa sürelerle de olsa çiğnenebiliyor ve "boşluk dalgalanmaları" denen kuantum mekaniksel bir süreç sonucu boşluktan bir parçacık ve (ters elektrik yüklü) karşı parçacığı doğuyor. Bunlar birbirlerini hemen yok ediyorlar. Bir kara deliğin olay ufku yakınlarındaki yoğun kütleçekimsel alan bu parçacıkların oluşabilmesi için gerekli kritik eşiği aşıyor. Eğer oluşum olay ufkunun hemen dibinde gerçekleşirse, parçacıklardan biri olay ufkunun içine, diğeri ise dışına düşüyor. Sonuçta bir gözlemci tarafından kara delik bir parçacık yayımlamış gibi algılanıyor. Işınım nedeniyle delik "kara" olma özelliğini yitiriyor ve bazı araştırmacılar tarafından "gri" olarak nitelendiriliyor. Bu ışınım enerjisini kara delikten alıyor. Dolayısıyla kara delik gittikçe küçülüyor. Cismin kütlesi azaldıkça ışınım arttığından, kara delik giderek daha şiddetle ışınım saçıyor ve kütle kaybetme hızı da aynı oranda artıyor ve sonunda tümüyle yok oluyor.

Kara deliklerin bir başka rengiyse kuramsal olmanın ötesinde, tümüyle matematiksel bir varlık olan Ak delikler. Ak delikler, genel görelelik denklemlerinden kaynaklanıyor. Einstein'ın kütleçekim denklemlerinin bir özelliği, zaman içinde simetrik olmaları; yani bir denklemin çözümünü alıp zamanın yönünde ters çevirdiniz mi, aynı derecede geçerli bir başka çözüm elde edebiliyorsunuz. Bunu kara delikleri tanımlayan çözümlere uyguladığınızda, ak delik denen bir sanal varlık ortaya çıkıyor. O halde kara delik, uzay-zamanın içinden hiçbir şeyin kaçamayacağı, nesneleri yutan bir bölgesi olduğuna göre, zıt olarak ak delik de içine hiçbir şeyin giremeyeceği ve nesneleri püskürten bir oluşum.

Kara deliklerle ilgili yapılan bir başka sınıflandırmaysa dönen ya da dönmeyen, elektrik yükü olan ya da olmayanlarına göre. Bu sınıflandırmada ilginç olan ise Yeni Zelanda'lı fizikçi Roy Kerr tarafından varlığı öne sürülen "dönen kara delikler". Dönme, açısal momentumun korunması yasasının bir sonucu. Kara deliği oluşturan kütle, çökmesinden önce ekseni etrafında dönüyorsa, bu dönme hareketi oluşumundan sonra kara deliğe aktarılıyor.

Bu kara deliklerin dönme hızları bazen öylesine büyük olabiliyor ki, olay ufku, ekvatorunda şişiyor. Bu kara deliklerin ilginçlikleri tekilliklerinde ortaya çıkıyor. Hızlı dönüşlü kara deliklerde tekillik artık bir nokta olmaktan çıkarak bir halka biçimine dönüşüyor. Kuramsal olarak bu halka tekillikten geçen bir yolculukla madde, Evren'in başka bir bölgesine, hatta başka bir evrene geçebiliyor. Ak delik ve kurt deliği kavramlarının dayandırıldığı temel kuram da işte burada ortaya çıkıyor. Kuramcılara göre dönen ve elektrik yüklü olan kara deliğin içi, kendine karşılık gelen bir ak delikle birleşebiliyor. Ve içine düşen madde, atomlarına ayrılmadan ak delikten fırlayıp çıkıyor. Kara ve ak delikleri birleştiren tünelse "kurt deliği" (worm hole) adını alıyor. Bazen ak delikler uzay-zamanda çok farklı yerlerde hatta geçmişte ya da gelecekte yer alabiliyorlar. Bu alanda ise bilim daha ihtiyatlı davranıyor ve yorumu bilim kurguya bırakıyor. Bugünkü bulgulara dayanarak söyleyebileceğimiz tek şey bilinen kara deliklerin kurt deliği oluşturamayacakları. Hem oluştursalar bile bunların çok kararsız şeyler olacağı ve en ufak bir dış etken sonucunda çökecekleri. Anlaşılan 1988 yılında Carl Sagan'ın "Contact" (Mesaj) adlı bilimkurgu romanında sözü edilen kurt deliklerindeki yolculuklar için henüz hazır değiliz.

Kara deliklerle ilgili pek çok etkileyici ve heyecan verici kuramın yanında bazı bilim adamları çok daha mütevazı araştırmalar yaparak somut bulgular elde etmeye çalışıyorlar. Kara delikleri keşfetmek. Kara deliklerin özelliklerinden biri de üzerlerinde yapılan tartışmalara, konu oldukları sayısız makaleye rağmen hala gözlenemiyor olmaları. Kara delikleri ancak çevrelerinde yarattıkları şiddet nedeniyle gözleyebiliyoruz. Özellikle gökadaların merkezlerinde bulunan süper kütleli delikler çevrelerindeki gazı yutarken ya da yıldız kökenli kara delikler "ikili sistemlerdeki" (binary systems) yıldız eşlerini yavaş yavaş soyarken; yani onlardan kütle çalarken etraflarında kütle aktarım diskleri oluşturuyorlar. Kara deliğin güçlü kütle çekim alanında dönen gaz sürtünme ve parçacık çarpışmaları nedeniyle ısınıyor ve enerjik gama ışınları, X-ışınları ve radyo dalgaları yayınlıyor. Bu ışınımlar süper teleskoplarla algılanarak kara deliğin varlığından haberdar olunuyor. Ancak bu aşamada Nötron Yıldızları bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Nötron yıldızları (Neutron Stars) da büyük kütleli yıldızların çöküşlerinin ürünü. Madde kütleçekim altında o denli sıkışıyor ki, atomlarda bulunan elektron ve protonlar birleşerek muazzam yoğunlukta ve bir kent büyüklüğünde bir nötron topu oluşturuyorlar. Nötron yıldızlarının da son derece büyük kütleçekim alanları var. Çevrelerinde yakaladıkları yıldızları soyuyorlar ve X-ışınımı yayıyorlar. Ancak kara deliklerle aralarında göz ardı edilemeyecek bir ayrım var: Nötron yıldızlarının katı bir yüzeyleri var ve bu yüzeyin üzerinde madde birikebiliyor. Oysa kara deliklerde böyle sert bir yüzey yok. Olay ufkunu geçen madde ya da ışınım evreni terk ediyor. Bu özellik her iki cismin yakınlarından yayılan ışınımı farklı kılıyor.

Kara deliklerin büyük çekim alanları, onları doğanın en güçlü enerji santralleri haline getiriyor. Olay ufku, ışık hızıyla bile hareket etse hiçbir cismin kaçamayacağı bir yüzey. Dolayısıyla dışarıdaki madde de bu ufuk yakınlarına ışık hızına yakın hızlarla çekiliyor ve yolda öteki parçacıklarla çarpışıp parçalanıyor. Ortaya çıkan etkiyle, olay ufku yakınlarında madde ısınıyor. Işık hızına yakın hızlardan bahsedildiği için de, ısıya dönüşecek kinetik enerjileri de, durağan halde kütlelerinin taşıyacağı enerjiye (E= mc2 ) yakın oluyor. Bu anlamda, kara delikler, durağan kütleyi termal enerjiye dönüştüren birer santral işlevi görüyorlar. Bu dönüşümün hangi oranda gerçekleştiği ise kara deliğin dönme hızına bağlı. Kara deliğin parçası haline geldiğinde maddenin kaybetmediği nadir özelliklerden bir tanesi, açısal momentumu (angular momentum), yani dönme hızı. Madde, bu hızı kara deliğe transfer ediyor. Maksimum hızda dönmekte olan bir kara delik, içine düşen maddenin % 42' sini enerjiye dönüştürür. Dönmeyen, statik bir kara delik için bu oran yalnızca % 6 dır. Karşılaştırılacak olursa, yıldızların merkezlerindeki termonükleer tepkimelerde maddenin enerjiye dönüşme oranı % 0,7. Uranyum çekirdeğinin parçalanmasıyla elde edilen değer ise % 0,1

Kara delikler çevresindeki parçacıklar çarpışmalar yoluyla enerjilerini eşitlerlerse, madde içeri düşmeden önce inanılmaz sıcaklıklara kadar ısınır. Protonlar kolayca ısınmalarına karşın, o denli kolayca enerjilerini yayamazlar. Çarpışmalar yoluyla enerjilerini elektronlara aktarırlar. Elektronlar ise X-ışınları gibi daha düşük enerjilerde foton yayarlar. Dolayısıyla kara delik imzası görmek isteyen gökbilimciler şiddetli X-ışını demetlerine dikkat ederler. Bu tür X-ışını demetleri eşlerden birinin ötekinden kütle çaldığı ikili yıldız sistemlerinde gözleniyor. Gökyüzündeki en parlak X-ışını kaynakları olan bu sistemlerin , görünmeyen bir cisimle onun etrafında dönen sıradan bir yıldızdan oluştuğu sanılıyor. Bunlardan bazıları sürekli ışınım yayarken, bazılarıysa uzun süre gözden kaybolduktan sonra birkaç ayda bir enerji yayıyorlar. Bu nedenle bu tip X-ışını çiftlerinin bir kara delik için en iyi kanıt olduğu düşünülüyor.

Öte yandan, aynı şeyler bir nötron yıldızı için de geçerli. Kara delikler kadar olmasa da nötron yıldızları da etkili enerji kaynakları. Üzerlerine düşen maddeler ışık hızının yarısı kadar hızlara ulaşabiliyor ve %10 randımanla enerjiye dönüşebiliyor ki, bu da sıradan bir kara deliğin randımanına yakın bir değer. Bundan zaten gökbilimciler haberdar, hatta bir çok ikili sistemdeki küçük cismin nötron yıldızı olduğunu biliyorlar. Nötron yıldızlarının, maddenin üzerine birikeceği ve zaman zaman patlayacağı sert yüzeyleri olması, düzensiz X-ışını patlamalarının bu yıldızların eseri olduğunu gösteriyor. Ancak patlamaların olmaması yine de kara deliklerin varlıklarına kanıt değil. Çok hızlı şekilde madde yutan nötron yıldızlarının da X-ışını yaymayacakları biliniyor.

Kara deliklerin, varlıklarına kanıt olarak gösterilebilecek iki önemli özellikleri var: Sert bir yüzeylerinin olmayışı ve sınırsız kütleleri. Bir kara deliğin kütlesi oluştuğu yıldızın kütlesi ve daha sonra yuttuğu maddenin miktarıyla belirlenir. Kara deliklerin kütleleri için hiç bir fizik kuralı bir üst sınır koymaz. Oysa, diğer yoğun kütleler (örneğin nötron yıldızları) sınırsız kütleye sahip olamazlar.

Kara deliklerin sert bir yüzeyleri olmadığından olay ufkundan içeri çekilen her şey kayboluyor. Bu enerjinin korunumu ilkesine ters düşen bir durum değil; çünkü kara deliğin içine giren her madde onun kütlesini arttırıyor. Ancak bu sırada deliğin çevresinden daha az ışınım yayılıyor. Nötron yıldızlarında ise tam tersine madde yıldızın sert yüzeyine düşünce, tüm termal enerjisi ya kendisi ya da nötron yıldızının yüzeyi tarafından uzaya saçılıyor. Bu durumda gökbilimciler kara delikleri belirlemek için, ışınım randımanları % 10 civarındayken, olması gerekenden daha sönük duran X ve gama ışın kaynaklarını arıyorlar.

Fizik dünyasının bir başka bölgesinde ise teorik fizikçiler kara delikleri daha büyük bir heyecanla karşılamaya hazırlar. Gerçekleşmesi beklenen düş Evren'in en doğru biçimde açıklanması, daha doğru bir deyişle "birleşik kuramın" ortaya çıkarılması. Bunun için gerekli olan şey kütleçekimini açıklayan Einstein'ın genel görelelik kuramıyla, atom-altı dünyadaki etkileşimleri betimleyen kuantum mekaniğini bağdaştırmak. Bugüne kadar yapılan tüm çalışmalar sonuçsuz kaldı; ama amacı yakalamaya en yakın olansa, "sicim" (string) kuramı. İşte bu kara delikler son zamanlarda doğanın tüm kuvvetlerini özdeşleştirmek için geliştirilen sicim kuramlarının baş aktörleri olmaya başladılar. Yeni tanımlara göre kara delikler sicimlerden ve küçülmüş boyutların çevresine sarılmış sicim benzeri yapılardan oluşan kütlelerdir. Her şeye rağmen evreni anlamamız için 3 boyut ve zaman yeterliyken, sicim kuramlarında kimi zaman 10 ve bazen de 26 boyut gerekli oluyor. Özetle özlemle beklenen kuram için kat edilmesi gereken mesafeler var.

Üzerlerinde tartışılan yüzlerce kurama, yapılan araştırmalara ve elde edilen bulgulara karşın kara delikler gizemlerini hala koruyorlar. Gelecekte kara delikler hakkında daha fazla şey öğrenileceği kesin. Akıl almaz gücüyle, bilimkurgu düşlerini gerçekleştirme potansiyeliyle, bu evrenin en inanılmaz fenomeni daha uzun bir süre insanoğlunu meşgul edecek; ama asla eskisi kadar karanlık olmayacak...

Kurt Delikleri "Zamanda Yolculuk Mümkün Olabilir "

Profesör Stephen W. HAWKING, The Physics of Star Trek (Uzay Yolculuğunun Fiziği adlı yeni bir kitaba yazdığı ön sözde zamanda yolculuğun mümkün olabileceğini söyledi.

Zamanın iki ya da tek yönlü bir yolculuk olup olmadığı konusu, Aziz Augustin'in "zaman geçici bir şey midir, yoksa her zaman mevcut olmuş mudur?" sorusunu ortaya atmasından bu yana 1500 yıldır insanların kafasını kurcalamayı sürdürüyor.

Bundan 100 yıl önce H.G.Wells, The Time Machine (Zaman Makinesi) adlı romanında bu konunun fizikçilerce araştırılmasını önermişti. Mekanda (gerçekte mekan-zaman ya da uzay-zaman) istenen yönde yolculuk yapılabildiğine göre, acaba zaman içinde de istenen yönde seyahat edilebilir mi problemi teorik fizikçilerin zihnini kurcalıyor.

     

Bir  zamanda yolculuk tema'sı da Van Damme' ın başrolünü oynadığı ''Time Cop'' (Zaman Polisi) adlı filimde işlenmiştir.

Cambridge Üniversitesi'ndeki Isaac Newton kürsüsü profesörü Stephen Hawking, daha önce, eğer evrenin genişlemesi sona erer ve küçülmeye başlarsa, zamanın geriye doğru işleyebilecegi fikrini ortaya atmıştı.

Ama bu nasıl bilinebilirdi? Çünkü, bu takdirde, düşünce de geriye doğru işleyecekti. Fakat 1980'lerin sonunda, Hawking'in Zamanın Kısa Tarihi adlı, yalnızca ciltli baskısı 6 milyon satan kitabın ilk yayınlandıgı sırada, tartışmalar kızışmaya başladı. Hawking yalın ve katı kabullerle zamanda yolculuğa izin vermiyordu. Uzayda evrenin çeşitli parçalarını birbirine bağlayan "solucan delikleri" vardı. Kafaları karıştıran da bu de Worm Hole'lerdi zaten.

Hawking'in California Institute of Tecnoloy'deki dostu Kip Thorne 1994'te yayınlanan Kara Delikler ve Zaman Boşlukları adlı kitabında, genel relativiteye ilişkin öndeyimlerin, uzaydaki bir solucan deliğinden zamanda seyahat etmeyi mümkün kıldığını öne sürdü. Ancak bunun için deliklerden birini açık tutmak ve buradan bir insanı geçirmek gerekecegini yazdı. (Aslında Philedelphia Deneyi'nde bilinmeden bir kurt deliği açılmış ve savaş gemisi bu deliğin içinden geçerek...)

"Solucan Delikleri", Einstein'in varlığını öngördügü, varsayımsal uzay boşluklarıdır. Eğer uzayda boşluklar varsa, zamanda da boşluklar olmalıydı. Ne var ki bu boşluklar atomdan milyar kere daha küçük ve hayal edilemeyecek kadar kısa süre ile varoluyor. Dolayısıyla, bu boşluklardan birini yakalamak, açık tutmak ve insanın geçecegi kadar genişletmek hayli güç olabilir.

Başka bir bilim adamı, Princeton Üniversitesi'nden Richard Gott'a göre de, evrenin başlangıcı olan patlamadan, Big Bang'den arda kalan, sonsuz uzunlukta ve hayli gizemli şeyler olan "kozmik ipliklerden" ikisi alınıp aynı hızla birbirlerinin yanından geçmeleri sağlanırsa, teorik bir zaman makinesi yapmak mümkün olabilir.

Kurt delikleri "sonsuz ihtimali" temsil eder. Bizim bildigimiz uzayın ötesindedir. Sonsuz tünel burada üst üste labirent gibi yumak gibi dolanır. Onların içinde zaman yoktur. İmkansız ve zamansız bir bölgedir.

Bu atomaltı tüneller sayısız tanedir. Boyları uzar, kısalır, birbiri üzerine dolanan solucanlar gibi hep kıpır kıpırdır. Birbirlerine hiç dolaşmayan 10E-33 cm'lik hortumlardır. Ve her an her yerdedirler. Salınımlarıyla maddeye can verirler. Worm Hole'larda zaman olmadıgı için dün ve yarın, en uzak ve en yakın, en büyük ve en küçük beraberdir. Zamanın ve mekanın ötesindedirler. Tünellerin kurgusu Geometrik-Dinamik denen iki yasayla yönetilir. Kıpır kıpır kaynayan bu geometrik biçim, dinamiktir. Tıpkı Windows'taki eğriler ve renkler adlı ekran koruyucu gibi. Döner, sallanır, uzar, kısalır, zamansızdır, dinamiktir. Philedelphia Deneyi'nde geminin bu  yoğun manyetik güçler altında kendi solucan deliğini oluşturduğu varsayılıyor.. Bu tüneller zaten imkansızı temsil ettikleri için her türlü tuhaflığa neden olabilirler. Telepati'den rüyalara, ilhamdan ışınlanmaya kadar çözemediğimiz herşeyin sebebi olabilirler...


ZAMAN YOLCULUĞU VE PHİLADELPHİA DENEYİ

1943 Haziran'ı. Philadelphia Limanı'nda sıradan bir donanma destroyeri Eldridge'e hiç de öyle sıradan olmayan kargolar yükleniyor. Tonlarca elektronik malzeme ve 75 KVA'lik iki devasa jeneratör, 4 manyetik kule ve sadece yapanların ne olduğunu bildiği bir sürü cihaz. USS Eldridge adeta yüzen bir RF vericisi gibi dev elektromanyetik bobinler ile donatılmıştı. Ve tabi başlarına gelecek olaylardan habersiz mürettebatta gemideki yerlerini almışlardı. Emir geliyor: Şalteri açın. Kurulan düzenekler gemiyi yapay olarak üretilmiş korkunç yoğunlukta bir manyetik alan içine alıyor. Dev kulelerden( RF bobinlerinden) yayılan elektromanyetik alan gemiyi kuşatıyor. Gemi yavaş yavaş yeşil bir sisin altında yitip gidiyor şaşkın bakışlar arasında. Ve çok kuvvetli mavi bir ışık beliriyor geminin olduğu yerde. Yaratılacak elektromanyetik zırhla radar dalgalarına karşı görünmez olmak isteyen ABD donanması için bu bekleneni aşan bir durum. Düşman radarları gemiyi göremez artık ama çıplak gözle de görünmüyor gemi. Koca gemi saydamlaşıyor sanki. Akım kesiliyor. Ve Eldridge yeniden görünmeye başlıyor . Deneyi planlayanların bile kafası karışıyor. Bu kadarını kimse beklemiyor. Hatta Gökkuşağı Projesi olarak adlandırılan projenin beyni Morris K. Jessup bile şaşıyor bu işe. Şaşmayan tek kişi ise deneyle ilgili en ince detaylara kadar her türlü bilgiyi Morris'e veren Carl Allen. Tam bir bilmece adam. Deney kadar esrarengiz bir adam. Deneyden sonra gemide çok büyük bir değişiklik görünmüyor. Ama tayfalar için aynı şeyi söylemek güç. Midesi bulananlar, başı dönenler, aklını kaçıranlar hiç de önemli değil diğerlerinin yanında. Bazı tayfalar yarı görünmez, bazıları duvarlardan geçebiliyor, bazıları kendiliğinden alev alıp yanıyor ama en ilginci 5 tanesinin geminin metaliyle kaynaşmış olması.

28 Ekim 1943'te final deneyi yapılıyor. Akım veriliyor jeneratörlere. Jeneratörler yükselticilerle kat kat arttırılan enerjiyi kulelere(RF bobinlerine) gönderiyor. Kulelerse yekpare bir elektromanyetik alanla geminin kuşatılmasını sağlıyorlar. Gemi yine optik olarak görünmez oluyor. Ve efsane başlıyor; Eldridge Norfolk'ta, Eldridge Virginia Limanında, ve Eldridge dünyanın bir çok limanında görünüp kaybolan bir hayalet gemi. Deney başladıktan 5 dk sonra Philadelphia Efsanesi'ni başlatan destroyer 630 mil uzaktaki Norfolk limanına ulaşıyor. Oluşturulan onlarca yıldırımın gücüne eşit enerji alanı gemiye yeni bir boyutun kapısını açıyor ve gemi zamanda, mekanda seyahat etmeye başlıyor. Karadelikler ve Karadelik Buharlaşmaları gibi bilgiler bu denli birikmeseydi bu deney tümüyle muallakta kalırdı. Ama Karadeliklerin, teorik fizikçilerle el ele verip gündeme getirdiği
WORM HOLE (kurt deliği,solucan deliği,horn hole) zaman ve mekan yolculuğunu rahatlıkla açıklıyor. Böylece deneyin olmazlığı kalmıyor.Çok aşırı elektromanyetik alanlar,tıpkı karadeliklerde aşırı çekimin ve spinin (dönmenin) yarattığı etkiyi gösteriyorlar. Zaman ve mekanda yolculuğa izin veriyorlar. Zaten Karl Allien'e göre de olay bu kadar basitti:Çok aşırı manyetik alan WORM HOLE yaratacak, oraya giren herşey de (enerji de dahil) tünelin içinden uzay-zamanın başka bir yerine gidecekti. Boyutlar arası bir kapının elektromanyetik şokla aralanmasıydı basitçe.

                                              wpe4C.jpg (15361 bytes)

Bu konuda virgülleri koyan Stephen Hawking, Beyaz Saray'da Bill Clinton'a zamanda yolculuğu ve zaman makinesini anlatarak son noktayı koydu. Bütün kitaplarını okuyanlar, zamanla Hawking'in görüşlerinin nasıl zamanda yolculuk lehine dönüştüğünü görürler.
O da bu fenomenleri WORM HOLE lara bağlıyor.
Günümüzdeki zaman yolculuğu anlayışı kısaca ''maddeyi'' bir manyetik alanla boyutlar arası kapı açıp kurt deliğine atmak olarak özetlenebilir (Message filmi de bugüne kadar WORM HOLE kavramını en iyi işleyen film). Gökkuşağı Projesine çok büyük fon ayıran Amerikan Donanması Ekim'deki final deneyinden sonra durduruyor projeyi. Ben deneyle ilgili söylenen bir sözü aktarayım deneylerin durdurulma nedenini siz bulun. "Bütün bilim-kurgu yazarları bir araya gelip hayal güçlerini sonuna kadar zorlasaydı,yine de deneye katılan insan ve hayvanların başına gelenleri tasavvur edemezlerdi." Gelelim deneyin patronu Morris'e. Karl Allien'den bir yolunu bulup UFO motorlarının ayrıntılı çizimleri' ni aldı. UFO'ların esrarı adlı kitabına bu çok detaylı çizimleri koymaya kalkınca faili mechul bir suikaste kurban gitti. Kitap bu ayrıntılı UFO teknik resimlerinden arınmış olarak yayınlandı.

Andrew Hochheimer & (Rick Andersen) 'ın Rainbow projesi hakkında yazdıkları ''A dan Z ye philadelphia kitabından'' bir alıntı:

Rainbow projesi adlı kitabını okuduktan sonra. Gökkuşağı Projesini Yazar Charles Berlitz and William Moore'un Görünmezlik araştırmaya koyulmuş. (Berlitz Bermuda Şeytan Üçgeninin de yazarı) İlk önce işe en yakın halk kütüphanesinden başlamış. Daha sonra konuyla ilgili bulduğu tüm dökümanları toplamaya başlamış. Ve sonunda adı geçenleri insanları bulmaya, ilk elden deneyi öğrenmeye çalışmış. Göründüğü kadarıyla bu kitap Philadelphia Deneyi ile ilgili yazılmış en iyi ve en yeni kitap.Daha önce yayınlanmış her türlü makale, yazı, kitap incelenmiş.Hatta yan konular da (UFO'lar, Bermuda Üçgeni, Einstein'in Teorileri, Kuantum Konuları...) araştırılmış. Rainbow Project: 2. Dünya savaşında philedelpia Limanındaki bir küçük destroyer düşman radarlarına görünmez kılınmak istendi. Hedef radarlara görümezlikti.Ama sonunda optik görünmezlik gerçekleşti. Hatta fazlası.! Çok aşırı bir manyetik alan yaratılarak gemi, radyo dalgaları veya ışığa karşı geçirgen olacaktı. Yani bunun anlamı gemi yoğun manyetik güçler altında çevresindeki uzay-zamanı eğerek kendisine yansıtılan ışık ve radar dalgalarını kütleçekimsel mercek etkisi altında saptırıp kendisini elektronik ve optik olarak kamufle edecekti. Ve bu şekilde gizlenecekti. Fakat deneyleme esnasında gemi çok aşırı manyetik enerji yogunluğu altında inanılmaz ve beklenmedik bir biçimde ortadan kayboldu.Ve birkaç dakika içinde yeniden geri döndü. Gemi ışık duvarına ulaştı, teleportasyon gerçekleşti. Einstein'ın çekim ve elektrik için oluşturduğu birleşik alanlar teorisinin avantajları kullanılarak elektronik kamuflaj düşünülmüştü. Aynı teori Tesla tarafından Iron Curtain yani demir perde teknolojisinde de esas alınmıştır. Teori 1925-27 yıllarında Almanya'da Einstein tarafından yayınlanmıştı. Araştırmanın hedefi güçlü elektromanyetik alanlar kullanarak gemiyi düşman radar ve torpidolarından gizlemekti. Her nasılsa Eldridge boyutlar arası bir kapı açtı.

Yukarıda dediğim gibi son noktayı Bill Clinton'a zamanda yolculuk mümkündür diyerek Stephen Hawking koydu. Karadelikler, WORMHOLE'lar gerçek olduğuna ve zaman-mekan gezilerine olanak verdiğine göre bu deney ister gerçek olsun ister masal hiç de önemli değil. Sizce haksız mıyım?

Çetin BAL : Gerçektende philadelphia deneyi konusundaki bu spekülatif vasayımlar daha da çoğaltılabilir. Fakat bir gerçek var ki bu deney her ne kadarda bazı çevrelerce sulandırılarak ve abartılarak medyaya sürülsede insanın düşünce ufkunda zaman yolculuğunun gerçekte nasıl olabileceğine dair bir takım ön seziler yarattığı tartışma götürmez bir gerçektir.! Bazen çok boyutlu düşünenler iki eğriden bir doğru çıkartabilecek görüş gücüne sahip olabilirler. Benim açımdan tüm ortaya sürülen bu spekülatif veriler en azından zaman yolculuğunun değil ama ( ki benim araştırmalarıma göre zaman yolculuğu ne bu sekülasyonlarda anlatıldığı gibi nede modern bilimin karadelik'leriyle yapılması mümkün olmayan bir yolculuktur. Sadece bir üçüncü yol'la mümkündür...) mekanda bir tür ışınlanmanın yapıldığı yönünündedir.Fakat bu deneyde yine bir tür zaman kayması olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.Fakat zaman yolculuğu sadece basit bir zaman kayması fenomeni değildir. Paralel bir evrene geçiş yine üç boyutlu düzlemi  dördüncü boyut doğrultusundan bir dikmeyle kesen bir gravitik tünel uzanımına karşılık gelir.Bu anlamda zaman yolculuğunun anahtarı paralel bir evrene geçecek şekilde bir zaman kayması yaratarak paralel bir evrende (üstuzay boyutunda) gerçekleştirilecek hareketin koordinatları içerisinden aynen üç boyutlu uzay matriksi gibi zaman türünden bir yön tayiniyle kendi geçmiş yada geleceğimize geçiş yapabiliriz.( PARALEL DÜNYALAR )

Çetin BAL:      Zaman Nedir?        Paralel evrenler         Zamanda yolculuk yapılabilir mi?

Evrendeki yaşanmış ve yaşanacak olan tüm olaylar, hali hazırda, dördüncü boyutta kazınmıştır fakat bu,  kaderci bir olgu olmayıp, sadece, geleceğin de Geçmiş gibi Şimdiki zaman'da daima yaşıyor olmasından ötürüdür.

Yaklaşık 1900' lerden 2000 'li  yılara dek dünya biliminin öne sürdüğü karadelik ve kurtdelikleri (wormhole) denen uzay- zaman eğrilmeleri bir gerçektir. Fakat bu türde uzay-zaman eğrilikleri büyük üstad Albert Einstein' ın denklemlerindeki gibi bir çıkışı olmayan kapalı eğriliklerdir.Bu konuda Einstein'la hem fikirim. Fakat henüz yüzyılımızda tam olarak anlaşılmasada şuda bir gerçek 'ki  yerçekimsel sapma hafif bir zaman sapmasıdır. Ve yerçekimsel sapma denen uzay -zaman eğrilikleriyle maddeler kendi altlarındaki düz yada kırışık uzay -zaman çizğilerinde dalgasal bir atma yaratarak kendilerini kendi oluşturdukları gravitik dalga peşine takarak ışık hızında sevk edebilirler. Böylece sistem kendi karadeliğini yada kurtcuk deliğini beraberinde taşıyan bir sisteme dönüşür. Böylece ''tünel'' süreci ile tüneli yaratan sistem birleşeşince bir uzay gemisi kendisini gravitasyonik asılım doğrultusu boyunca ( kendi gravitik hortumunu yönelttiği yöne doğru ) kendi tünel süreci denen yerçekimsel bir potansiyel yaratımı altında yer-zaman ilintisi boyunca kendini ışık hızında kaydırır. Fakat  ''GRAVİTİK ASILIM'' yoluyla kendi boyutumuz içerisinde elde edilebilecek en son hız yine 300.000 Km/sn'dir. Eğer çok kısa bir zaman sürecinde milyonlarca ışık yılını aşmak gibi bir niyetimiz varsa, mutlaka bir üst boyutun imkanlarından yararlanmak zorundayız. Sonuçta buğünkü modern bilimin anladığı şekilde karadeliklerden yada kuantum vakumu köpüğündeki kurtdeliklerinden evrenin diğer noktalarına geçip gidemeyiz!

Üstuzay yolculuğuna dair bazı fikirlerimi Türkiye'deki saygın bilim kuruluşlarına yazmıştım ama hiç bir karşılık alamadım. Bir keresinde ODTÜ üniversitesinden sayın Tekin Dereli'ye bir kaç soru sormak için gitmiştim kendisi yoğun çalışma atmosferi altında incelik gösterip bana zaman ayırmıştı. Benim edindiğim kanaat bizim akademisyenlerimiz gerçekten salt düşünceye pek önem vermiyorlar. Sadece salt matemetiksel çıkarımlarla bilimsel bir gerçeğe varmaya çalışıyorlar. Oysaki meselenin formel bir çerçevesinden önce anlamsal ve kavramsal çatısının olması lazım. Eğer bu olmazsa yaratıcılık diye bir şey olmaz.Çünkü salt matematiksel bulguların ifade ettiği fiziksel gerçeklik doğru yorumlanamaz. Dolayısıyla teorik varsayımlardan pratik kurgulara geçilemez.

Bugün tüm dünyada saygın üniversitelerin kuantum fiziği bölümlerindeki fizikçilerin ışınlanma denen madde nakli konusunda hayalde olsa bir ön kanaatleri vardır. Bu kanaate göre ''ışınlanma'' maddenin moleküllerine-atomlarına yada atom altı parçacıklarına ayrıştırılıp başka bir yere taşınması ve orda tekrar birleştirilmesi olarak biliniyor. Fakat daha ilk okul sıralarında bile ben hep bu düşüncenin aptalca olduğunu düşünürdüm. İnsanlar dünyanın kollektif şuuru içerisinde ve alışıldık düşünce biçimlerinde takılıp kaldıkları için başka türlü bir ışınlanma yöntemini hayal edemiyorlar.Bu her şeyde böyle..! Örneğin insanlık derin uzay yolculuğunu ciddi anlamda düşünüyorsa buğün sahip olduğu tepkimel itimle çalışan jet-itimli sevk yöntemini bir kenara bırakıp uzayda yeni ve devrimci bir sevk yöntemini geliştirmesi gerekir. Ben bunu TÜBİTAK ve havacılık dairelerine ifade ettim ama hiç bir tepki almadım !

Neyse ışınlama nedir, nasıl olur demiştik.Bilim dünyası ışınlamayı maddeyi alt parçacıklarına ayırmak ve tekrar bu parçaları başka bir yerde birleştirmek olarak düşünüyor demiştik. Bazıları ise ışınlamayı maddenin kendi fiziksel yapısından ziyade maddenin kuantum bilgisinin bir diğer yere fakslanması -nakledilmesi olarak görüyorlar.Kimileri maddenin Einstein'ın E=m.c2 denklemince öngörüldüğü üzere saf enerjiye çevrilip nakledilmesi şeklindede düşünmüş olabilirler.Sonuçta tüm bu tanımlamaların gerçeği yansıtmadığını iddia ediyorum. Benim bilimsel kuramıma göre ışınlanma, maddeyi kimyasal çözündürmeye uğratmadan orijinal fizik yapısını koruyarak manyetik rezonans enerjisiyle maddenin atom-altı zerrelerinin enerjisine ait vibrasyon hızı üstünde değişiklik yaratarak maddeyi üstzaman akımlarına bağlayıp ''gravitasyonel bir dalga sapanı etkisiyle'' uzaktaki alıcı kabine doğru rezonanssal bir çekim etkisi altında kaydırmaktır. İşte ışınlama budur. Ve yine burda üstuzay denen bir kavram devreye girmektedir. Üstuzay nedir? üstuzaya nasıl geçilir. Bunlar kendi içinde ayrı ayrı konulardır.Ve farklı bir tartışma zeminini gerektirirler. İki tür görünmezlik vardır.Birincisi maddenin moleküler kutuplanmasını değiştirerek maddeyi boyut değiştirmeden olduğu yerde görünmez yapmak. İkincisi ise maddenin atomaltı parçacıklarının enerjisine ait titreşimsel hızı ışık hızının üstünde bir hıza yükseltip maddeyi bilinen uzay/zaman sürekliliğinin dışına çıkarmakla mümkündür.Sonuçta ışınlanma ya da tam anlamda kütlesel bir yok oluş(görünmezlik) maddenin moleküler yapısının değiştirilmesiyle elde edilecek bir hadise değildir.Işınlanma yöntemi temelde bir UFO'yu ya da üst uzay aracını hareket ettiren enerji akımlarını yaratan ve yönlendiren benzer bir 'enerji sisteminin' denetimini gerekli kılar.

Philadelphia deneyinde ben geminin yoğun manyetik alanlar altında hyperuzay denen bir üst uzay alanı içerisine geçiş yaptığı kanaatinde değilim.Evet yoğun manyetik güçler kendi uzayımıza ait ana zaman fazında bir zamansal faz kayması yada zaman akış hızında harmonik bir sapma meydana getirerek geminin zamansal bir faz değişimi ile geçici bir kütlesel yok oluş etkisine maruz kalmasına neden olabilirler.Bu durumda gemi yine kendi temel zaman dalgası atmasının yan harmonik fazları içerisine doğru kayarak geçici bir görünmezlik elde etmiştir.Bu hafif zaman kayması ve değişimi gemiyi çevreleyen manyetik güç alanlarının küresel hacmi içerisinde meydana gelmektedir.Küresel güç alanlarının yarattığı ''zaman değişim küresi'' içerisinde kalan gemi bu alan içerisinde silikleşerek ortadan kaybolur.Gemi bu durumda hala kendi şimdiki zaman tensörünün yan harmonik salınım bandı içerisindedir.Yani gemi tam anlamıyla bir 'boyut ve zaman' değiştirmiş değildir.Tam bir zaman ve boyut değişimi için geminin ana zaman tensörü denen uzay/zamanın ışık hızına tekabül eden devirsel titreşim modununun dışına çıkmış olması lazım ki ki' böyle bir boyutlar arası tam bir yerdeğiştirim ve geçiş philadelphia deneyinin sözde bahsi geçen teknik donanım teknolojisiyle mümkün değildir. Eğer speküle edildiğinin ötesinde gerçekten bir uzaylı teknolojisi kullanımı sözkonusuysa her şey olasıdır.Fakat böyle bir teknik ip ucuna ben spekülasyon boyutunda bile rastlayamadım.

Benim kuramlarımın tümü ve tüm evrenin birleşik anlayışı iki temel sütun üstünde yükselir ve bu iki sütun yüzyılar geçsede her zaman gelecegin büyük bilim adamları için bile bir enigma ve yaşamın en derin sırrı olmayı sürdürecektir. İşte bu iki şey ZAMAN ve IŞIK' tır. Işığın gizemli yapısı büğün bile tam olarak anlaşılmaktan uzaktır. IŞIK ve ZAMAN ' ın bilimsel anlayışına sahip bir zeka için zaman yolculuğu dahil evrenin tüm sırları bu iki sütunda gizlidir.Benim yıllardır sürdürdüğüm amatörce çalışmalarım herşeyin bu iki temel ilkeye dayandığını ortaya koymuştur. Bu derin anlayış zemini içinde UFO motorlarını, üstuzay yolculuklarını, zaman yolculuğunu, antigravitasyonu anlamak ve uygulama düzeyine geçmek artık çok klişe ve sıradan bir iş haline gelir.Ve bu anlayış düzeyinde bu konulara dair dünya kamu oyunda çıkan her tür spekülasyonun doğruluğunu, en azından mevzu bahis konu hayalde olsa teorikteki olasılığını sezinlemek olası hale gelir. Bazılarınız bana Çetin Bal arkadaşım sen madem IŞIK ve ZAMAN'ın bilimsel anlayışına sahipsen bize yerçekiminin gerçekte ne olduğunu anlat' ta antigravitasyon jeneratörleri nasıl yapılır bizde bilelim, diyebilirsiniz. Sizlere Antigravitasyonu anlatayım; Antigravitasyon NEDİR? Gravitasyon ya da kütleçekimi kuvveti düz uzay/zaman 'ın eğrilmesidir.Antigravitasyon denen şey aslında mevcut değildir sadece antiçekimden değil ama bir çekimsizlik halinden bahsedilebilir.Bu ise eğri uzay/zamanın düzleştirilmesi demektir. Kütleçekimi uzay ve zamanın bizzat kendisinin bir özelliğidir. Uzay ve zaman ''eğrilmiştir''. Düz bir kağıt parçasına ıslandıktan sonra ne oluyorsa,  ''eğrilmekten'' kastım da  tamamen odur: Kağıt kırışır ve bunu ütüleyerek düz hale getirmenin bir yolu yoktur. Benim bulgularıma göre yerçekimi, parçacık karekteri kazanmış kütleler çevresinde, evrende her noktada uyumlu olan(olması gereken) zaman akım hızının frenlenerek zamansal bir faz farkından ötürü kendi üstüne kapanan bir spiral akıma dönüşmesinin bir sonucudur. Zamansal faz farkı,  zaman akım hızıyla özdeş olan  uzay/zamanın  devirsel titreşimlerinde meydana gelen bir sapma ekisidir.Eğer dünya üstünde bir odada vakum enerjisine ait ışık frekanslarını çarpıcı bir biçimde değişime uğratabilirsek vakum enerjisinin elektromanyetik hız yapısıyla uyumlu olan zaman akım hızınıda  yıldızlar arası boş uzayın vakum frekanslarına ayarlayarak yerçekimsel olarak nötür bir alan yaratabiliriz yani  ''eğrilmiş(kırışmış) fiziksel enerji vakumunun geometrik dokusunu'' bir nevi frekans ayarlamasıyla ütüleyerek düzleştirmiş oluruz. Böylece düz bir uzay/zaman kumaşına sahip olmuş oluruz.Ve böylece antigravitik bir alan ( yerçekimsel olarak nötür bir alan) oluşturmuş oluruz.

Antigravitasyonu anlamak için öncelikle yerçekimini yada kütleçekiminin (gravitasyon) ne olduğunu tam olarak bilmelisiniz.Benim uzun zamandır yürüttügüm araştırmalarım göstermiştir ki öncelikle bu kavramı tanımlamadan önce kendimize şu soruyu soralım; ''gerçekten antigravitasyon denen yerçekiminin tersi bir alan varmıdır?'' Ve devam edelim yerçekimi NEDİR? Benimde bir yere kadar katıldığım ve doğru kabül ettiğim bilinen ve tek en basit tanıma göre ''Yerçekimi dev bir maddesel parçacığı andıran dünyanın eğrilttiği uzay-zaman çizğilerinden kaynaklanır.'' Albert Einstein' ın büyük dehası, ''yerçekiminin sanıldığı gibi bir manyetizmal güç alanı çizgilerinden doğan uzay-zaman içinde dalgalanan bir enerji alanı değil tam tersi bu dalgaların akışını, doğrultusunu saptıran salt uzay-zaman geometrik çizğilerinin eğriliği olarak tanımlamış'' olmasındadır. Aslında Einstein elektromanyetik güç alanı çizğilerini uzay-zaman alanı geometrisiyle en yakın ilintide olan bir özdek akışı ( ışığın fotonları) olarak değerlendirsede, salt enerji alanları bir yerde uzay-zaman geometrik çizğilerinin kendini fiziksel ifadesidir.Yani benim kuramıma göre kuantum enerji alanları eğrilen uzay-zaman geometrik dokusunun bir ifadesidir. İşte burda biliminde tosladığı bir duvar vardır o da ''kuantumlu kütleçekim alanı'' anlayışıdır.

Peki enerji alanlarında uzay-zamanın düz yada eğri olmasını hangi kuantum faz değişimiyle birleştirip bağdaştırabiliriz.Bugün bilimin en büyük zekalarının sorduğu soru bu.Ve ben yanıtı bulduğumu iddia ediyorum..! ve bu yanıt her zaman göz önünde duran bir denklemde saklı. Bu denklem bağıntısı herkesin bildiği '' E=h.f '' planc'ın kuantum enerji bağıntısıdır.

Bir kitap'ta şöyle diyor: [Uzay maddenin bir varoluş biçimidir ve maddenin özelliklerinin değişmesi ile birlikte onun özellikleri de değişir. Örneğin, maddeyi küçük yada büyük kütleler şeklinde içermesine bağlı olarak, ki bu eğriliğini etkiler, uzayın yapısı değişir. Ama uzay nasıl eğilebilir? Ve daha doğrusu, uzay eğriliği ile ne kastedilmektedir? Kavram çapraşıktır ve kolaylıkla tanımlanamaz.]

              wpe4D.jpg (13109 bytes)

Aynı şey zaman eğriliği içinde geçerlidir.Çünkü Einstein'ın genel görecelik kuramına göre aslında uzayla zaman aynı şey olduklarından kütle, zaman'ıda bükmüş oluyor. Buna göre uzay gibi, zaman da maddenin bir varoluş biçimidir. Zaman maddenin dışında varolamaz, ve zamanın geçişi maddedeki değişimlerle ölçülür.Ve genel göreceliğe göre kütleçekimi, maddenin büktüğü uzay -zamandan başka bir şey değildir. Sonuçta kütleçekimi yada yerçekimi en basit tabirle Einstein'ın dediği gibi uzay-zamana ait düz geometrik çizğilerin bir şekilde bükülüp-eğrilmesi sonucu ortaya çıkan bir kuvvet etkisidir. Peki iyi ama gerçekten uzay-zamanın düz geometrik çizğilerini ifade eden fiziksel enerji alanları nasıl eğrilip bükülebilir? Uzay-zaman'ın düz yada eğri olmasını fiziksel olguların hangi durumlarıyla bağdaştırıp bağlayabiliriz? Evet yanıt aslında çok basit. Bazen en karmaşık ve anlaşılmaz şeyler en basit şeyler olabiliyor! Buna göre Kütleçekimi, ''üç boyutlu kütle çevresinden kütle merkezine, doğru küresel olarak iç içe geçen küresel katmanlar biçiminde uzay-zamanın ''n'' boyutunun bir dördüncü boyut doğrultusu uzanımınca daralıp kısalarak boyutsal faz değiştirimi denen hafif bir harmonik zaman sapması etkisidir.'' Tüm evren bir kuantum enerji havuzudur.Enerji her noktada E=h.f değeriyle bağlantılı bir '' C= ışığın dalga boyu x ışık frekansı '' sabitesine sahiptir. ''C'' nin '' f '' (frekans) karşılığı 12,3 x 10*Hz/sn' dir. İşte bu E=C=f değerlerinden birinde sapma olduğunda bu değerlerle bağlantılı '' T '' (zaman) dediğim ve bir kuantum fazı kabül ettiğim zaman boyutuda değişir. E= Enerji, C= Işık hızı, f = Frekans, T = Zaman' dır. Bu doğrultuda E =m.c2 formülünce E =m(kütle) olur. Buna göre bir kuant enerji paketi altında E,C, f, T ve m(kütle) değerleri birbirlerini ifade etmiş olurlar. Böylece bu eşitlikteki bir sapma bir enerji fazı değişimi bir HIZ değişimi yada frekans kayması ve o da bir zaman çerçevesi değişimi ile birlikte kuanta ait bir kütle yogunluğu değişimini beraberinde getirir. Öyleyse ortaya şöyle bir zaman bağıntısı çıkıyor; zaman, enerjiye ait kütle yogunluğu ve kütleye bağlı enerjinin HIZ yapısı niteliğinin değiştirebileceğimiz bir özelliğidir. Yada aynı anlama gelen diğer bir ifadeyle bir zaman sapması ya da uzay eğriliği olarak karşımıza çıkan yerçekimi fenomeni maddenin kütle ve zaman niteliklerinin değiştirebileceğimiz mutlak bir ürünüdür. Buna göre bir UFO kendini içerisine alan zaman çerçevesi niteliklerinde bir değişim yarattığında eğer UFO dünya amosferindeyse dünyanın yerçekisel etkisini kendi çevresinde nötralize edecektir.Eğer zaman akışına müdahale edebilecek bir teknoloji yada bir makine (UFO) sözkonusuysa bu aynı zamanda bir antigravitasyon makinesi olacaktır. Çünkü bir akademisyen olmasamda düşünsel kanaatlerim beni zaman ve yerçekiminin birbiriyle ilintili olduğu anlayışına götürmüştür. Zaman ve yerçekimi birbirinden ayrılamaz.Bir şeyi ölçebiliyorsak, o şey bir ağırlığa sahipse, yerçekimi gücünü hesaplayabiliriz; o zamanda varolduğunu anlarız.Sonuçta bir nesnenin kütle niteliklerini, ve dolayısıyla da o nesneyi kuşatan yerçekimi ve zaman çerçevesini gerçekten belirleyen şey, yoğunlaşmış bir enerji olan o nesnenin '' C '' değeriyle orantılı titreşim hızıdır.İşte kelime aralarını okuyabilen uyanık zekalar bir antigravitasyon makinesinin yada UFO motorunun ne anlama geldiğini anlayacaktır.Keskin bir zeka bu makinenin aynı zamanda bir ''zaman makinesi'' olduğunuda fark edecektir.    

    E=mc 2            m c 2 = h f ' denklemince ' kütle' aslında elektriksel bir titreşim hızı olarak görülebilir.Madde aslında belli bir hızdaki titreşimden başka bir şey değildir.

Zaman yolculuğu tartışması: Rus fizikçi Sergei Krasnikov’un tezleri Albert Einstein’in zamanda yolculuk kuramını güçlendiriyor. Uzay Yolu dizisini zevkle izleyenlerin ve galaksiler arası kısa yolları hayal edenlerin düşleri gerçek olabilecek. Bu tez, Amerikan New Scientist dergisinin son sayısında yer alan bir haberde öne sürülüyor.

Bu hipotetik uzay/zaman tünellerine açılan ve ‘kurt delikleri’ olarak adlandırılan boşluklar eğer daha önce iddia edildigi gibi varsa, yıldızlararası büyük mesafeler çok kısa bir zaman aralıgında aşılabilecek. Bu gelişme Amerikalı fizikçi Albert Einstein tarafindan öne sürülen izafiyet teorisinin yeni hesap yöntemi ile gözden geçirilmesi ile mümkün gözükmeye başladı.

Evrensel kestirme yollarına açılan kurt deliklerinin varoldugu ilk kez 1915 yılında Alman fizik teorisyeni Ludwig Flamm tarafindan ileri sürülmüştü. Kuantum teorisi olaganüstü küçük, atomaltı ölçeklerde bu boşlukların bulunabilecegini öne sürerken, birçok fizikçi bu olaganüstü boyutlarda mesafeye açılan kestirme yolların varolabilmelerinin fiziksel olarak hala imkansız oldugunu düşünüyor.

Son olarak Rus fizikçi kararlı yapısıyla zaman/mekan yolculuğuna imkan tanıyan yeni bir tür kısa yolu teorik olarak bulduğunu açıkladı. Araştırmalarını Rusya’da sürdüren izafiyet teorisi uzmanı Sergei Krasnikov’un tezi ilginç. Krasnikov, kısa yolların olağanüstü büyüklükte madde ile doldurulmasının gerekli olduğunu düşünüyor. Bu boşlugun duvarları herhangi bir çekim alanı olmadan doldurulması durumunda kısa yollar açılabiliyor ve işler duruma geliyor. Birçok fizikçiye göre teorik olarak zaman ve mekan içindeki dalgalanmalar sırasında kısa yollar kendiliginden oluşabiliyor. Ancak yeterli miktarda madde ile bu boşlugun istenen zamanda doldurulabilmesinin mümkün olup olmadığı işin tartışmalı boyutu. Krasnikov’un denklemi tüm bu tezleri değiştirir yönde. Diğer fizik teorisyenleri de bu yeni tez karşısında temkinli bir tavır takınıyorlar. İngiltere’den Paul Davies adlı fizikçi bu konu hakkında New Scientist’e yaptıgııklamada öne sürülen bu yeni teorinin kesinlikle hatalı olduğunun söylenemeyecegini belirtti.

Geçmişe dönüş...
Ruslar zaman makinasıyla deney mi yapıyorlar?

bullevert.gif (2606 bytes)ZAMAN DENEYLERİ>>

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Amerikada yaşayan Türk asıllı bilim adamlarından biri olan Ulvi Yurtsever' inde kurtdelikleri konusunda çalışmaları mevcuttur.Yurtsever uzayda "kestirme" yollar yaratarak ışıktan hızlı yolculukların mümkün olabileceğini kanıtladı. Türk bilimadamının geliştirdigi "solucan deliği" ve "kıvrımlı yol" kuramlarının uygulanması durumunda galaksideki çok büyük mesafeler kısa sürede kat edilecek, galaksiler arasında yolculuk hayal olmaktan çıkacak.

Türk bilimadamı Ulvi Yurtsever bu çalışmalarına 1990 yılında başlamış. Negatif enerji kuramını kullanarak "zaman yolculuğu mümkün müdür?" sorusuyla başlayan araştırmalar, kendisini ışık hızında yolculukların mümkün olabilecegi sonucuna ulaştırmış.

Bu verilerin hayata geçirilmesi için yeterince negatif enerjiye ihtiyaç var. Şimdi aralarında Ulvi Yurtsever'in de bulundugu bilim adamları harıl harıl bu enerjiyi üretmenin yollarını arıyor. Bugünün teknolojisi henüz buna imkan vermiyor ancak, bu gerçekleştigi zaman gelecegin dünyasında en önemli paylardan biri Yurtsever'e ait olacak. Amerika'nin en önemli bilim dergilerinden "Scientific American" Ocak sayısında Ulvi Yurtsever'in "uzayda uzun mesafe yolculuklar" la ilgili çalışmalarına geniş yer verdi.

PARAPSİKOLOJİ VE ZAMAN YOLCULUĞU

Bugün mekanikleri tam olarak çözülmemişte olsa kahinlik denen yöntemle ya da geleceğe ait rüyalar görme yada eski kızıldereli şamanlarında geleceğe ait görüntülerin alındığı -ayinsel törenlerle geleceğe dair bilğilerin alındığı- bilinmektedir. Henüz duyular dışı algılamanın mekanikleri bilimsel olarak ortaya konmasada metafizik ve parapsikoloji araştımaları içerisinde geleceğin bilgisinin bugünden alındığına dair ciddi kanıtlar vardır. Buna göre rüyalarda ve zihnin çok özel durumlarında uyku ve trans hallerinde geleceğe ait görüntüler ve sesler zihinsel olarak yakalanabiliyor.Ve bu çeşit psişik iletişimin sorumlusu olarakta bizim boyutumuza paralel daha yüksek boyutların varlığı gösterilmektedir. Peki bir bilim insanı olarak ben bundan ne çıkartabilirim ? Diyebiliriz ki ''Eğer görüntüler, sesler ve bilgiler zaman içerisinde ileriye veya geriye doğru bu üstboyutlar içerisinden yolculuk edebiliyorlarsa, belki insanlar ve nesnelerde bu hiperuzay denen üstuzay boyutlarını kullanarak zaman yolculuğu yapabilirler.

Albert Einstein : '' Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrım sadece bir yanılsamadan ibarettir, ne kadar kalıcı olsa da''

Şamanlar ve mistikler zihin frekanslarını bilinç dışı deneyimler esnasında kendilerinden geçerek geçmişin ve geleceğin eş zamanlı olduğu bir üst zaman frekans ortamıyla senkronize hale geçiriyor olabilirler.Bu nokta tüm zamanların eş zamanlı olduğu bir AN.Tüm zamanlar eğer aynı anda zaten var ve bunu algılamıyor isek, Zaman Makinesine gerek var mı? Böyle bir araç bir yerden bir yere gitmek için kullanılacaksa; zamanlar zaten şuan da var, bir yerde değil ki, burada…Burada olan bir şey için gitmeye gerek var mı? Belki Zamanın Eşiği için farklı frekansa bir şekilde geçiliyor, bu frekansa geçmek için ise bir makina kullanılabilir yani bedeni bir yere göndermek yerine bilinci Zamanın Eşiğine göndermek gerek. Ki' bilincin ve zihnin başka zamanlara ait görüntülerle temasa geçmesi, ''farklı zamanlar arasında'' bir çeşit 'enerji kontrolüyle' fiziksel bir geçişin olanaklı olduğunu kanıtlar. Eğer bilgi bir şekilde buraya kadar gelebiliyorsa ki' belki tüm zamanlar tek bir AN içinde yaşanıyor olsada, bu iç içe zaman frekansları içerisinde de fiziksel anlamda bir frekans değişimi gerçekleştirilebilir.

Ünlü Amerikalı medyum Edgar Cayce, bize ''önceki yaşamlar'' ımızın  ve ''gelecek yaşamlar'' ımızın aynı anda ve kendilerine has boyutlarda bulundukları çok boyutlu bir gerçeklikten bahseder.  Demekki önceki yaşamımız, başka bir uzay-zaman evreninde şu anda gelişiyormuş gibi algılanabilir. Seth adındaki bir varlıktan mesajlar ileten Amerikalı medyum Jane Roberts'e göre, bu boyutlara veya 'yaşamlara' geçebilmek, dönüşüm yada zaman değiştirimi için gerekli olan bilği olduğu zaman mümkün olabilir. Bir başka deyişle, bu şimdiki yaşamdan, geçmiş veya gelecek yaşamlarımıza da geçebiliriz. 

GELECEKTEN HABER VEREN KAHİNLİK MEKANİZMASI DOĞRU OLABİLİR  Mİ?

Kehaneti bilimsel bir gerçek olarak ortaya koymamız durumunda bir bakıma ''geleceğin şu anda mevcut olması gerektiğini ileri sürmek'' gibi  bir önermeyide kabüllenmek zorunda kalacağız.Eğer Zaman'a nufus edebilseydik-eğer bu görünmeyen mesafeyi kavrayabilseydik-Zaman'ın öteki bölümlerini ve o bölümlerde olup biten herşeyi görecektik. Eski çağların kahin ve kahineleri, böyle bir vizyon alabilme yeteneğine sahip insanlardı.'' Geleceğe ait görüntüleri zihinlerinde yakalayabilirlerdi'' Bu duyular ötesi algılama yetisi, üç boyutlu uzay boyunca olabileceği gibi dördüncü boyut doğrultusunda yer alan çok ilerde olması beklenen oluşacak olayları görebilme şeklinde de kendisini gösterebilir.Zaman, sadece bir noktada temas edebildiğimiz bir boyut olması halinde, ''içinde tüm dünya- noktalarının var olduğu'' bir ''yüksek mekan'' fikrini ortaya koymaktadır. Bu şu anlama gelir ki, mekansal bir aralık ile birbirinden ayrılan objelerin yine de var olmaları gibi, dünyaya ya da kişinin kendisine ait olan olay yada haller, bir zaman aralığı ya da zamandaki bir mesafe ile birbirlerinden ayrılmış olmakla mevcudiyetlerini asla yitirmezler. Bunu kendi üzerimizde uyguladığımızda da yaşamın zaman içinde varolduğu sonucu çıkmaktadır.Bizim için başlangıç ve son, zamanın geçişinden ötürü birbirinden ayrılmıştır. Başlangıç ve sonun birlikte varoluşu bize hemem ''yüksek bir mekan'' fikrini vermektedir.Çünkü zaman'ın kendisini bir boyut olarak ele alırsak, herhangi bir olayın ya da bir kimsenin başlangıcı ve sonu bu boyut içerisinde mevcut olmalıdır. Bir sopanın 'başlangıcı' ile 'sonu'nun üç boyutlu mekan içerisinde birlikte var oluşunu muhakka ki anlayabiliyoruz.Bu duyularımız için bilinen-alışıldık bir olgudur. Fakat, zaman boyutu duyular için  anlaşılması zor olan bir olgudur.

Bir dördüncü boyutta üst-üste binen ya da yanyana gelen iki ayrı zaman dilimindeki- iki ayrı olayı -üç boyutlu zihnimizle hayal edebilmek oldukça güçtür.Zaman'ı fiziksel bir uzunluk olarak görebilmeyi başardığımızda onu eğip-bükerek geçmişin ve geleceğin fiziksel noktalarıyla bitiştirebileceğimiz gerçeği ortaya çıkar. Zaman, çok plastiksi bükülüp-katlanılabilen bir akıştır, bir boyuttur ya da bir uzamdır derken 'zaman fenomeninin' enerji alanlarına bağlı bir titreşimsel ritmin yansıması olduğunu bilmeliyiz.Uzaya bağlı bu farklı zaman frekanslarının  -birbirine devreden zaman titreşimlerinin- uzayda yaratılacak güçlü elektromanyetik uyaranlar karşısında   birbirleriyle senkron hale gelebileceğini ve bu frekansların üstüste binip çatışabileceğini ifade etmek istiyorum.Dev elektromanyetik düzeneklerce 'uzay-zamanın enerji vakumu' içerisinde yaratılan çatışma alanlarının ortasına düşen insanlar ve cisimler, gemiler ve uçaklarda uzay-zamanın makroskopik ölçeklerde kendi üstüne bükülüp- eğrilen çizğilerince zamanda ya da mekanda kaymalara uğrayabilirler. Sonuçta insan beynide her tür dalganın frekansını alıp verebilen doğanın yarattığı koplike bir biyokimyasal makinedir. İnsan beyni, kuantum vakumu ölçeğine yansıyan ve uzay-zamanın mikroskopik boyutlarda eğrilen çizğileri boyunca taşınan geçmişin ve geleceğin titreşimlerini beynin içerisindeki elektromoleküler denebilecek bir etkileşimle biyoelektriksel sinyallere dönüştürüp uzak zamanlara ait olayların görüntülerini bir zihinsel görüntü olarak yakalayabilir.

Bilinmelidir ki geçmiş, gelecek ve şimdi, ardardına gelen, devreler halinde birbirini takip eden titreşimler serisidir.Şimdi'ki zaman'ı belirleyen titreşim dalgasının genliği-dalga boyu ve vuruş genişliği üstünde bir sapma yaratarak zaman frekansları arasında karışıklık yaratarak bir zaman diliminden diğerine sıçrayabiliriz. Zaman çizğisinin kendisi üst- üste binen üç boyutlu elektromanyetik frekanslardan kurulu bir hologramlar bütününü temsil eder. Her bir AN bir uzay/zaman hologramı'nı ifade eder. Bu hologramın fiziksel yapısı 'üç boyutlu elektromanyetik bir ışık havuzu' olarak görülmeli. Matematiksel olarak nokta hareketle çizğiyi, çizği hareketle yüzeyi meydana getirdiği gibi AN'sal noktalar( biribirine devreden titreşimsel atmalar)da hareketle zaman çizğisini meydana getirir. Ve böylece üstüste binerek, yanyana gelerek birbirini tamamlayan boyutlar silsilesi ortaya çıkar.

Tüm sonsuz varoluşun bilinen ve bilinmeyen tüm katmanları için, öylesine bir, biranda'lık sözkonusudur ki, o'nun içerisindeki sonsuz ortaya çıkışlar, oluşumlar süreçler, ilişki ve zaman-boyut-mekan vb. özellikler, gene o'nun içindeki varlıklarca kendi özzaman-mekanları ile algılanmaları nedeniyle bir süreklilik ve rölatif sıralamalar arzetmektedir.

Zaman olayı ve zaman kavramı, insanın düşünmeye başlamasından bu yana en önemli sorunlardan ve üzerinde en çok düşünülen hususlardan biri olmuştur.Ve zaman olayı her defasında, anlaşılmaz potasında bu, zaman'a ilişkin çeşitli düşünceleri daima eritmiş, değiştirmiş ve yeni yeni çözümler bulmaya yöneltmiştir insan mantığını.Zaman, olayların ve eşyanın bir dizisi ve birbirleriyle ilişkisidir, dersek, bunun sonucunda, zaman olayı ve kavramı gene hem var olan hem de olmayan bir paradoks olarak ortaya çıkmaktadır.Zaman hem kuran hem de dağıtan ve yegane eskimeyen ve yaşlanmayan bir ustadır. O kainat'ın düzenleyici ve işletici değiştirici ve dönüştürücü bir enerji sistemidir. Bilinen üç boyutlu zaman' ı aşan ve bizim zaman akışımızı denetleyip seyreden yüksek boyutlu yaşam formları bile kendilerini kuşatan, daha değişik zaman kombinezonları içinde bulunurlar.Öyleki zaman içinde zamanlar vardır.

EVRENSEL ZAMAN VE AN ÜSTÜNE DÜŞÜNCELER...

Zaman kavramı, düşün dünyamızın ve felsefenin ayrılmaz bir parçasıdır.Felsefenin, şeylerin doğalarını varolan bilimsel ve sezgisel birtakım nedenlerden türetmek,Evrenin sonsuz çerçevesine dayanak olarak seçilen yasaları araştırmak gibi nedenleri varsa, bu yasalarla organik bağı olan zaman kavramını incelemek önem kazanır.Ancak zaman konusuna dalmak, dipsiz bir kuyuya dalmaya benzer.Zaman boyutunda insanoğlunun yaşamı bir an kadar kısadır.Acaba bilemediğimiz zaman da bir an kadar kısamıdır? Zaman konusu, merak edilen ve üzerinde çeşitli yorumlar yapılan, önemli bir boyut olması nedeniyle, felsefeciler ve bilim adamları tarafından ele alınmıştır.Öyle ki zaman, elle tutulur, gözle görülür fiziksel bir olgu değildir.Bir başka deyişle metafizikseldir. Bir Latin atasözünde “Gördüklerimiz gerçektir fakat göremediklerimiz daha gerçek” denir.Zaman, üzerinde gerekli araştırmayı yapmadan, kabul ettiğimiz bir olgudur.Bunun yanında, zamanın sırlarını araştıracak en uygun yaratılış insan bilinci ve aklıdır.Bizler, zamanı fiziksel evrenin doğuşuyla doğru orantılı olarak görmeye eğilimliyiz.Bu görüş, canlı toplum için; doğma, büyüme, olgunlaşma, yaşlanma ve ölüm olarak ifade edilir.Bu doğrudur ve bunun değişimi söz konusu değildir.Bu düşünce ışığında, zamanın belli bir başlangıç noktası olması gerekir.15 milyar yıl önce, bilim adamlarınca açıklanan,”Big Bang” adı verilen patlamanın öncesinde bilinen evren yoktu.Ancak bu patlama sonucunda atomlar, moleküller ve buna bağlı olarak madde oluştu.Öyleki kanımızda bulunan demir atomunun yapısı, x galaksisindeki demir atomunun yapısıyla aynı özellikleri taşımaktadır.Örnekleri çoğaltmak doğaldır.O halde, maddesel olarak evrenle insan arasında fiziksel bir bütünlük bulunmaktadır.Bir başka deyişle, insanla evren birdir ve bir bütünün parçalarıdır.Zamanın, madde ile aynı anda meydana gelişi kuramı, zamanın maddeden ayrılmaz olması anlamına gelir.Zaman burada, maddesel oluşumun yapısına karışan bir öğe durumundadır. Bu maddesel plan içinde insanoğlu, bilinen zamanı tarif etmiştir.Örneğin; yıl, mevsim, ay, gün, saat,dakika, saniye gibi..Öyle ki, fizikçiler zamanı ölçtüklerini söylerler.Zaman bir birim veya bir boyut olarak formüllere girer.Ancak elle tutulamayan ve gözle görülemeyen zaman,fiziksel bir olgu değildir.Aslında zaman ölçülemez.Bu olgu, sosyolojik gereksinmeler nedeniyle gelişen toplumların önderliğinde ortak zaman ölçüsü birimleri olarak saptanmış ve insan tarafından düşünülüp uygulanmıştır.Doğanın periodik olarak göstermiş olduğu değişimlerden yararlanmıştır insan.Algılanan zaman kavramı, kozmik çevredeki cisimlerin hareketleri tarafından oluşturulan fiziksel sonuçların adlandırılmasıdır.İnsanoğlu için zamanın önemi, algıladığımız üç boyutlu dünyamızda yerçekiminin ağırlığı oluşturması nedeniyle bizleri bağlayıcı etkileri sonucudur.Ancak, zaman, içinde bulunduğumuz evrenle birlikte hareket etmektedir.

15 milyar yıl öncesine dönelim.Hiçlik ve boşluk anlamına gelen patlama öncesi, maddesel olarak bilimsel sezgilere kapalıdır.Bu teoriye göre, evrenin yaratılışını, zamanın yaratılışı gibi düşünmek yerinde olur.Buna göre maddesel olarak evren, zamanla birlikte günümüze kadar ulaşıyor demektir.İnsanoğlu, sözünü ettiğimiz 0 anından itibaren bugüne, bu oluşumda varolan şeylerden herbirini gün ışığına çıkartacak akla ve bilince sahip olmuştur.Buradan bir varsayımda bulunursak;Evrenin maddesel yapısının, tüm yaş olarak ifade edeceğimiz zaman kesitinin15 milyar yıl olması gerekir.Bu oluşum, 0 anından başlayarak uzay ve zaman vektörleri açılımında paralel bir hızla hareket ediyor demektir.Açılarak ilerleyen bu vektörlerin, geri izdüşümleri nereye kadar açılmaktadır.Burada,öncesiz ve sonrasız anlamının ifadesi sorgulanmaktadır. İşte burada bilemediğimiz zaman ortaya çıkıyor.Her iki açılımda toplamda bir bütünü ifade eder.

Dr.Albert Einstein bilinen üç boyuta bir dördüncü boyut olan zaman boyutunu da ekleyerek ünlü görecelik teorisini üretmiştir.Bu teori, zamanın olmazsa olmaz gerçeğini bilimsel olarak açıklamaktadır.Zaman, içinde bulunduğumuz evrenle paralel olarak hareket etmektedir denebilir.Yine, zaman içinde evrenin genişlediğini, büyüdüğünü ortaya atan Amerikalı uzay bilimci Hubble meseleye farklı bir boyut getirmiştir.Bunun anlamı şudur; Evren başlangıçta küçük, bugün daha büyük, yarın daha büyük olacaktır.O halde bilimsel gerçeklik içinde düşündüğümüzde, zaman ve evren birlikteki yolculuğunda açılarak birbirine özdeş hareket etmektedirler.

15 milyar yıl öncesine tekrar dönelim.Bilinen zamana karşı, düaliteyi işletirsek bilinmeyen zamanın varlığından söz edebiliriz.Yaşlı bir bilge;”Bana zamanın ne olduğu sorulmadığı sürece, zamanın ne olduğunu biliyorum.” demiş.Zamanın bilinip hissedilen, ancak tanımlanamayan bir özelliği bulunmaktadır.Zaman tanımı,önce Decartes ve sonraları Kant’ta şöyle bir tanım bulmuştur;”Zaman ve mekan, a priori, her türlü deney öncesi sentezin temsilcisidirler”.Zaman, mekanın doğasına yerleşiktir.Başka bir deyişle zaman, bir tür doğuştan gelen deneyimden başka bir şey değildir.İnsan doğasının, mutlak ve değişmez bir öğesidir.Sübjektif bir karekter taşımaktadır ve her varlığın kendi zamanı vardır. Ayrıca konuya şöyle bir yaklaşımda da bulunabiliriz; Evren, doğa, insan ve zamanı ayrı ayrı düşünmek yerine, hepsini içiçe düşünmek ve bir bütünün parçaları gibi algılamak gerekir.Öncesiz ve sonrasız zamanı, evrenin yaratılışına paralel olarak düşündüğümüzde ortaya   evrensel zaman çıkmaktadır.Bu zaman kavramı, herşeyi içine alan bir karekterdedir.Zaman deyince, insan aklının sınırlarını zorlayan zaman kavramı budur.Bunun yanında, insanın kendi dünyasında sürekli olarak algılamakta olduğu zaman dünyasal zamandır ve insanın içinde yaşadığı mekanla ilgilidir.Zaman kavramının tam olarak anlaşılmaması, insanda endişe uyandırmıştır.Ölçüldüğü sanılan zaman şimdiki zamandır.Ancak bu, genel algılamada anlam olarak, geçici bir tatmin olduğundan, insan, zaman konusundaki düşüncelerini derinleştirmiştir.Öncelikle insan, katı bir gerçekle karşı karşıyadır.Ölçmekte olduğu zamanın sadece zaman olmayıp,bunun bizzat içinde yaşadığı dünya realitesiyle ile olan ilgisinin farkındadır.Oysa zaman, sadece dünyasal değil evrensel bir olgudur.Zira geçmişi ve geleceği yoktur.İnsan, zaman karşısında hep çaresiz kalmıştır.-Paralel evrenler-

Belki zaman ve mekanın olmadığı bir sonsuzlukta yaşamaktayız.Acaba, zaman, herzaman an’ı göstermekte bizlermi geçmekteyiz.? Her varlığın yapı ve konumları itibariyle, izafi zamanları vardır.Uzaydaki ışık veren gök cisimlerinin dünyamıza ışımaları incelendiğinde, binlerce ışık yılı uzakta olan bir yıldızın ışınımı, ışığın bize geliş hızınıda hesaba katarak, bu kaynağın geçmiş zamanda ışıdığı ve bizim bunu çok sonraları algıladığımız ortaya çıkar.Biz bu algılama içindeyken belki o yıldız yok olmuştur.O halde zamanı, heryerde geçerli olmak üzere genel bir an olarak nitelemek yerinde olur.Buradan hareketle, doğası açısından zamanın tekliği ve sabitliği söylenebilir.Zaman boyutlar içinde farklılıklar gösterir.Bizim için çok önemli olan zaman olgusu, farklı bir boyutta belki hiç önemli olmayacaktır.An,evrenin heryerinde şimdi değildir.Her yerin, her sistemin kendine özgü bir zamanı vardır.Bu nedenle, bir olayla ilgili, her sistemin yaşamakta olduğu zamanı, bu sistemin diğer sistemlere olan relatif, yani izafi durumunu belirlemezsek,o olayın şimdi ve bu anda olduğunu söylememiz imkansız olur.Bizim için şimdi ve sonra kavramları, başka bir boyutta, farklı bir şimdi ve sonra kavramı haline dönüşür.O halde bizim için “an” şimdi olmakla birlikte,başka bir boyutta şimdi değildir.Acaba evren insanın bildiği üç boyuttanmı oluşmuştur? Başka boyutlar varmıdır? Ancak zaman, mekan içinde bir dördüncü boyuttur.

Belki yüzlerce, binlerce boyut bulunmaktadır.Bu da bilemediğimiz zamanın var olduğu ilkesini çağrıştırıyor.Bizler insan olarak, geçmişi hatırlarız, an’ı yaşarız, geleceği planlarız.Bu durum güncelliği nedeniyle dilbilgisi(gramer) kurallarını oluşturmuştur.Zaman düşüncesindeki özellik,kişiden kişiye değişen,sübjektif bir olgu olduğuna göre, anlaşılmasıda kişiden kişiye farklı olmuştur.Bilebildiğimiz zaman ve bilemediğimiz zaman kavramlarını analiz ettiğimizde,ortaya sonsuz bir simetri,sonsuz bir duyum ve sonsuz bir bütünlük çıkar.Örneğin, Tasavvufa göre zaman Allah iradesidir. Mutasavvıf ise, bulunduğu an’ı yaşayandır.Geçmiş ve gelecek endişesi yoktur.Geçmişin gelecekten güzel, geleceğin geçmişten güzel olacağını düşünmez.Zira,öncesini ve sonrasını bilemediğimiz zaman hakkında fikir yürütmek hayli zordur.Ancak bilinen odur ki, yaşanan an’ın güzel olmasını sağlamak ve bunun için çalışmak önemlidir.Bilinen ve bilinmeyen zaman aralığındaki metafizik ulaşım, düşünce okulunun kapılarını açabilir.Ayrıca insanı insan yapan bilinç buna yatkındır.İnsan tüm bilimsel olguların yanında görünmeyen şeyleride kavrayabilir ve herşeyin içinde bulunan ortak özdeş yapıyı benliğinde duyabilir.Bütün insanları kapsayan ve en değerli servet olan zamanı en iyi ve verimli bir şekilde kullanmak gerekir.Zamanla ilgili, Zamanın gerçeği, yaşadığımız an’dır.Bir başka deyişle, zaman, yaşanan an’ı kapsayan bir gerçektir.Zaman bilebildiğimiz ve bilemediğimiz boşluk arasındaki asma köprüdür.Biz an’ı yaşayanlar, bu köprünün üzerindeyiz.

bullevert.gif (2606 bytes)Prof.Michio Kaku: '' Herşeyden önce boyutlara bir geçit açabilmek için inanılmaz miktarda enerjiye ihtiyacımız vardır. Yeryüzünde zamanı böyle eğebilecek, uzayda bir delik açabilecek ya da onuncu boyuta atlayabilecek bir enerjiye sahip değiliz.''


Astrofizikçi Johannes Von Buttlar'ın '' Zaman ve Evren'' kitabından birkaç alıntı yaparak konuyu pekiştirelim;

bullevert.gif (2606 bytes)Johannes Von Buttlar: ''Son bulgulara dayanarak, aynı anda etki gösteren güçlerle, -örneğin yoğun manyetik güçlerle-çatışmaları halinde uzayzaman-sürekliliğinde yalnızca uzay/zamanın biçimini değiştirmekle kalmayacak, onu aynı zamanda kaydırarak başka zaman boyutlarının - paralel yaşamların-kapılarının da açılmasını sağlayacak aksamalar olabileceğini kabul etmek zorundayız. Bermuda üçgeni gibi anormal manyetik sapmaların olduğu bölgelerde kaybolan gemi ve cisimler sanki bir zaman tuzağına yakalanmaktadırlar.''

bullevert.gif (2606 bytes)Çetin Bal: Aslında ne ilginçtirki kendi zaman ve mekanlarına sahip farklı boyutlar burda bizim zamanımızda kesişiyorlar. Yani iç-içe farklı boyutsal realiteler vardır.Ve her boyut bir temel titreşim düzeyini ifade eder.Buna göre bu boyutlardan birine ait bir maddenin titreşim frekansının bir şekilde diğer boyutlardan etkilenerek bir anda diğerine atlaması anlaşılmaz birşey değil! Cisimler bir anda başka bir boyuta geçiyor ve sonra yeniden kendi boyutunun frekansına dönüyor.Bu sanki atom çekirdeklerinin içerisinde yer alan değişik kuantum enerji seviyelerindeki elektronların bir üst kuantum enerji değerliliğiyle yüklenip geçici olarak kendi kuantum enerji düzeyini terk etmesine ve sonra o enerjiyi salarak yeniden kendi kuantum enerji orbitine dönmesine benzetilebilir.Bir nevi boyutlar arası sıçramalarda bir alt enerji düzeyinden bir üst enerji düzeyine geçiştir.Yada tam terside geçerli olabilir.İşte bu zaman değişimleri esnasında mekanda da ışık hızının üstünde bir hızla kaymalar yaratarak uzayda iki nokta arasında anlık atlamalar -mesafe kaymaları- yaratmak olasıdır. ''Zaman'' la mesafeler arasında çok yakın bir bağlantı vardır ! Zaman' la oynayarak zaman sapmaları yaratarak ''yönlendirilmiş yerçekimsel dalga atmaları'' elde ederiz ve bu atmalar boyunca disk yada küre biçiminde inşa edilmiş bir aracı bu dalgalar üstünde sörf yaptırırcasına bir anda evrenin öteki ucuna kaydırmak olasıdır.

Ne ilginçtir ki Ruhsal kaynaklı bilğiler sunan yayınlar içerisinde KRYON isimli bir varlığın verdiği iddia edilen bilğilerle hemen hemen benim ulaşmış olduğum fikirlerimin birbirine yakın olması oldukça ilginçtir. Bunu sizlerle paylaşmak isterim; KRYON : ...Dikkat etmeniz gereken diğer bir nokta da şudur: Eğer kafesin(uzay/zaman kalıbı) dengesini büyük miktarda bozarsanız, zaman değişimi gözlemlersiniz, çünkü deney zamanla da direk ilgilidir. Onun için beklemeniz gerektigini söylemek istemiyoruz. Sadece kafesin dengesinin değiştirilmesi işleminde maddenin zaman-çerçevesinin değişmesinin önemli bir rol oynadıgını söylüyoruz (evrendeki tüm maddelerin bilinen bir özelliği). Bu zaman yolculuğu değildir, ancak zamanın degiştirilmesidir. O, maddenin küçük parçalarını belirlediğiniz ve bulundukları zaman çerçevesini değiştirdiğiniz yerdir. Eşit olmayan zaman-çerçeveleri biraraya geldiklerinde (farklı zaman ögelerine sahip maddeler karıştığında), sonuç mesafenin değiştirilmesi olacaktır. Bu durumun Dünya için korkulacak bir tehlikesi olmamasına rağmen, deneydeki lokal koşullar etkilenebilir. Bir başka deyişle, maddeyi bozucu bir etki yaratılabilir, deney durabilir veya parçalar alt üst olabilir. Bununla ilgili şu anda daha fazla şey söylemiyeceğiz, ancak bunu okuyan daha kurnaz bilimsel beyinler bir sonraki önemli adımı atacaklardır, ve cevap "evet"tir, kafes büyük fiziksel objelerin hızlı seyahatinde bir anahtar rolü oynamaktadır.
Aslında ''kafes'' benim bu ifedelerden anladığım sonuca göre atom altı parçacıkların eletromanyetik titreşim hızı denen evrenin temel titreşim frekansı olan ışığın en üst hız frekansıdır. Kafesin maddeyle bağlantısı ise şöyledir eğer madde yoğunlaşmış enerji ise ve zaman akış hızıda bu enerjinin titreşimsel işlevinin bir yansımasıysa enerji ,hız ve zaman bağlantısı gereğince enerjinin hız yapısının değiştirilmesi sonucu zamanın bilinen akış hızı- yapısıda- değiştirilebilir. Sonuçta bu anlayışa göre partiküllerin esas yapısı olan ışık enerjisinin dalga yapısıyla zaman akımını özdeşleştirebildiğimizde( zamanı enerji cinsinden ifade edebildiğimizde) ışık dalgaları ile her bir AN 'ı ifade eden zaman dalgaları arasında bir uyumu keşfetmiş oluruz.Ve bu uyumun kontrol edilmesiyle zamanın akışıda kendi çevremizde yönlendirilip kullanılabilir bir özellik arzeder. Ve bu bilgi -bizi uzayda sevk edecek gravitik bir dalga yaratımının yada bir anti gravitasyon etkisinin- üretim yolunu açar.Ve tam bu noktada bir boyuttan diğerine geçiş denen zaman değişimi bir zaman yolculuğu değildir.Bu bir üst uzay-zaman boyutuna geçiştir. Zamanda yolculuk ise bu üst uzay/zaman matriksi içerisinde bir yönelimsel koordinat ayarlamasına dönüşür.Zamanda yolculuk için bir üst uzay/zaman matriksine ait gravitik dalgalanma etkisi altında yaratılan üst uzay yolculuğu yapmamız gerekir. Kryon' un kozmik kafes tanımı uzay/zaman çerçevesi çizğilerini ifade eder. Ve bu uzay/zaman 'ın çizğisel akıları yogun manyetik güçler altında eğriltilip bükülerek bozuluma uğratılabilir. Kryon kafes enerjisine bağlı zaman akışını saptırmak için bir deney öneriyor; İki manyetik alan doğru bir şekilde -düşünme işleminizde üç boyutlu bir şekilde- yerleştirildiginde, kendine özgü bir manyetik alan yaratacaktır. O daha önce gördügünüz bir şey değildir ve doğal olarak da bulunmaz. Eşit olmayan güçte ve modelde, ve dogru açılarla pek çok manyetik alanı karşılıklı yerleştirmeyle başlayın. Tahminlerde bulunmayın, özgürce düşünün. Doğru şekilde yapın, bu iki alan, tamamıyle öznel ve orjinal alanların üretimi olan üçüncü bir model yaratacak. Bu üçüncü yaratılmış model, sizin ilgilenmeniz gerekendir ve kafesi harekete geçirme( yada zamanı değiştirme ) potansiyeline sahiptir. Onu bir kez yarattıgınızda, özel vasıflarını da bileceksiniz, çünkü dramatik bir şekilde etrafindaki fiziği değiştirecektir.

NIKOLAI KOZYREV (1908-1983)

Dr. Kozyrev, Leningrad’daki Pulkova gözlemevinde uzun yıllar astronomluk yapmış tanınmış bir astrofizikçidir. Ancak, onun asıl büyük ünü, “zaman” ve “zaman enerjisi” konularında yapmış olduğu çalışmalardır. Dr. Kozyrev, zaman enerjisini gözlemlemeyi başaran ve zamanın bir “boyut enerjisi” olduğunu kanıtlayan kişidir. Kendi yaptığı kompleks aparatlarla zaman enerjisini ölçen ve zamanın davranış ve yayılma karakteristiğini inceleyen Dr. Kozyrev, “Zaman bir enerji şeklidir ve gelecegin en önemli, en gizemli unsurudur. Yeryüzündeki yaşamdan hangi gücün sorumlu olduğunu araştırdığımızda, zamanın inceliklerini ögrenmek zorunda kalırız. Zaman, ışık dalgaları gibi yayılmaz, anında ve her yerde ortaya çıkar. Zamanın bir dilimindeki degişiklik, her yerde ve birdenbire belli olur. Zaman her yerde kendini gösterir. Bizi başkalarına bağlayan ve evrende her şeyi birbirine kenetleyen zamandır" demiştir .

Relativite Teoremi’ne göre, zaman bir boyuttur ve sıfirdan küçük bir sayı ile gösterilir (Minkovsky, zamanı, karekök içinde -1 ile soyut bir boyut olarak göstermiştir). Kozyrev, zaman boyutunun, aynı zamanda bir enerji (zaman enerjisi) olduğunu kanıtlamıştır. Kozyrev’in, zaman ile ilgili deneysel çalışmaları, “Possibility of Experimental Study of Properties of Time” (Zamanın Özelliklerinin Deneysel Olabilirliği) başlıgı altında 1967 yılında yayınlanmıştır.

Çetin BAL :Dr.Kozyrev'in zamanı bir enerji olarak nitelemesi benim kuramsal düşüncelerimlede uyum içerisindedir.Benim zaman yolculuğu kuramıma göre zaman, şimdi geçmiş ve gelecek olmak üzere bir araya gelen üç dalgadır. Ve zaman bir dalga olması itibariyle bir kuantum enerji kalıbıdır.Ve ben ışık dalgaları ile zaman dalgalarının birbirini örter nitelikte aynı şeyin bir görüntüsü olduğunuda düşünüyorum. Işık enerjisi soyut zamanın fiziksel varoluş kalıbıdır.Işık, elektrik ve manyetik bir alan bileşenidir.Işık frekanslarının bir yansıması olan zaman dalgalarının temel genliğindeki bir sapma bizce uzay-zamanın düz çizğilerinde bir sapma olarak algılanır.Ve bu da yerçekimi etkisi olarak duyumsanır.

                                                            

Zaman'ın zaman yolculuğuna ilişkin niteligini açıklarken şu iki soru vardır: Birincisi zaman nelerden oluşur sorusu -birbirine kopmaz zincirlerle bağlı tarih örgüsünden mi ya da üstüste veya yanyana konmuş AN' lardan mı?- ve ikincisi zaman yolculuğu mümkünse zamanın hangi yönde yolculuğa izin verdiğidir- sadece geçmişe, sadece geleceğe ya da iki "yön"e birden mi? Zaman yolculuğu, ilke olarak geçmişede-geleceğede aynı prensipler dahilinde yapılır.

              zamancizgisiresmi.jpg (16534 bytes)

Aslında zaman yolculuğunun boyut değiştirmenin yada zaman kaymasının tam olarak anlaşılması için uzay-zaman'da bir parçacığın ne anlama geldiği tam olarak anlaşılmalıdır. Çünkü genel görecelik kuramına göre bir parçacık sonuçta düz uzayzaman çizğilerinde bir burulmadır. Bunun kuantum enerji kuramındaki karşılığı ise uzay-zaman'ın temel titreşim hızına karşılık gelen ışık hızı değerinde bir hız daralımı yönünde hız frenlenmesi etkisiyle ortaya çıkan bir ''enerji girdabı'' ( parçacık ) dır. Uzay-zaman'ın topolojisi ve parçacık oluşumu uzayın düz çizğilerinde bir eğrilmedir buda uzayın zaman çerçevesinde hafif bir değişimdir.Ve yine bu, uzayın ''n'' boyutunu belirleyen temel titreşimde bir sapmadır. Böylece uzay/zamanın kendi içerisindeki bu faz değişimi karşımıza uzayzaman çizğilerinin daha sık dokunduğu bir bölgeyi ( parçacığı ) çıkartmış olur.

Günümüz bilim adamları evrene ait tam bir birleşik alan kuramı oluşturmak için üçboyutlu evrene bir zaman boyutu ekleyerek dört boyutlu bir evren tasavvur etmekteler ve elektromanyetizmayla gravitasyonu da önce Theodore Kaluza dört boyutlu bir evren yetmeyince beş boyutlu bir evren anlayışı içerisinde birleştirmek istemiştir. kütleçekim alanları nasıl dört boyutlu uzay-zamanın basit olmayan bir görüntüsü ise yine elektromanyetizmada bir beşinci boyutun bükülmesinden doğmuş olabilir varsayımları yapılmıştır. Aslında bunların hepside yanlıştır bu arkası olmayan bir söylev değildir. Bu derin sezgilerimin bir sonucudur.Ve yıllar süren araştırmalarım beni bu anlayışa getirmiştir. Fakat bilimin bugünkü bilimsel fizik ve matematik verileri dahilinde gerçeğe ve Birleşik Alanlar Kuramının çözümüne en yakın varsayım ''altı boyutlu evren'' fikridir. Aslında derin anlamda boyutlar sonsuzdur ve her boyut kendi içinde ayrı bir evrendir. Ve yerçekimi üçboyutlu uzayın bir dördüncü boyutta eğrilmesidir derken bile gerçekte üçboyutlu evrenin dışında bir başka üst boyut hayal ediliyor. Oysaki böyle birşey yok! Aslında bilim bile kendi hayalinin- kavrayışının sınırları içerisine hapis olmuş. Yerçekimi dahil herşey sadece üçboyutlu evrenimizdeki enerjinin bir fonksiyonudur. İşin içine mesele anlaşılsın diye üst boyutlar kısmi olarak katılsada aslında evrende olan biten herşey sadece üç boyutlu enerji alanları içerisinde tanımlanabilir. Tüm boyutlar birbiri içinde dalgalanır.Ve her boyut kendi ayrı uzay/zaman'ına sahiptir. Bu anlamda boyutlar anlaşılsın diye 4. boyut, 5. boyut gibi tanımlamaları kullanıyoruz. Ve matematiksel anlamda bugünün zekası sayısal bir kısır dönğüye sahiptir. Gerçekte kimse üçboyutlu fizik yapının sonsuz boyutlardaki konumlanışını çözümleyip tanımlayabilecek bir zihin potansiyeline sahip değildir. Bu anlamda sonsuzluk bile izafileşir. Nasrettin hocanın bir fıkrasında dünyanın merkezi eşeğimin arka ayağının bastığı yerdedir demesi gibi aslında sonsuz boyutun nitelemeside sınırlı insan aklında 3.boyut 4.boyut çerçevesi kazanır. Gerçekte varoluşun bilinen sayıyla ölçülebilen bir boyutu yoktur. Konu gerçekten kendi içinde çok çapraşık ve tanımlaması oldukça güçtür. Sonuçta uzay ve zaman boyutlarımız içerisinde olup bitenleri tanımlamak için kuramsal olarak altı boyutlu evren anlayışı bu yüksek boyutlar hadisesini fazla abartıp sulandırmadan evrenimizi irdeleyip anlatabilmek açısından son derece yeterlidir. Ben usta bir formel bilimci olmadığımdan benim düşünceme paralel olan Prof.Dewey B.Larson 'un bu konudaki matematiksel tanımlarını kendimce destekliyorum. Çünkü o' da altı boyutlu bir evren fikrini savunmaktadır. Ki bu benim düşüncemle uyumludur. Zira zaman yolculuğunu anlamak içinde altı boyutlu evren fikri bence son derece cazip bir fikirdir. Theodore Kaluza'nın elektromanyetizmayla gravitasyonu birleştirmek için öngördüğü beş boyutlu evren yerine Dr.Dewey B.Larson altı boyut olduğunu varsaydı ve bunları uzayın üç ve zamanın üç boyutu olarak isimlendirdi..Bizim gözlemleyebildiğimiz üç boyutlu uzayımıza benzer olarak, üçboyutlu koordinatları olan zaman kavramını getirdi. Biz insanlar zamanı tek boyutlu olarak düşünmeye alışığız ; zamanı, tek bir yöne doğru akan bir akım olarak kabül ediyoruz. Ama birkez kabül edip kavrayabildiğimiz taktirde, üçboyutlu zaman, matematiksel olarak daha rahat ifade edilebilen bir kavramdır.Bir zaman aracıda üçboyutlu uzayda seyreden bir gemi gibi dört boyutlu zaman kordinatlarının üçboyutlu haritalara dönüştürülmüş koordinat dizgelerinde yolunu bularak zaman ve uzayın diğer noktalarına doğru ilerler.Dördüncü boyut olan ZAMAN öteki imajiner X, Y, Z boyutlarından biridir, Uzunluk olarak giremez (Metreküpten ötesi yoktur) bu kez ZAMAN (V-1 kök içinde) olarak kendini gösterir. Zaman aslında tek bir boyut değil, öteki üç uzay boyutu gibi üçboyutlu bir mekansallığa sahip bir tür matrikstir.Peter Demıanovıch Ouspensky' e görede evren en son haliyle altı boyutlu bir yapıdır.

P.D.Ouspensky, ''Evrenin Yeni Bir Modeli'' adlı kitabında, tüm yaşam ihtimallerinin mevcut olduğunu, ancak bizim bunlar arasında sadece tek bir çizğiyi izlediğimizi söylemektedir:

Ouspensky’e göre, “Zaman mevcut değildir. Her şey hep mevcuttur ve sadece tek bir ebedi “şimdiki zaman” (eternal now) vardır; ancak zayıf ve sınırlı olan insan aklı bunu hiç bir zaman kavrayamaz ve tasavvur edemez. Gerçek Dünya, bir sonsuz ihtimaller dünyasıdır. Zihnimiz, ihtimallerin gelişimini hep tek bir yönde izler. Fakat, aslında her an, çok sayıda ihtimali kapsar. Bunların hepsi de gerçekleşir. Ama, biz bunları göremeyiz ve bilemeyiz. Ancak, şimdiki AN'ın, bir sonraki AN'ın ve böylece tüm AN'ların “ihtimallerinin” gerçekleşmesini tahayyül ettigimiz takdirde, içinde bulunduğumuz Dünya’nın sonsuz bir şekilde büyüdüğünü ve o ana kadar bildiğimiz yavan ve sınırlı Dünya’ya hiç benzemediğini hissedeceğiz. Bu sonsuz çeşitliliği tahayyül ettiğimizde, sonsuzluğun “tadına” varacak ve zaman sorununa dünyasal ölçülerle yaklaşmanın ne kadar yetersiz ve imkansız olduğunu anlayacağız. Her an ortaya çıkan tüm ihtimallerin gerçekleşmesi için, bütün yönlerde yol alan sonsuz bir zaman şeritleri çokluğunun gerekli olduğunu anlayacağız.”

Ouspensky, zaman konusundaki ilginç görüşlerini şöyle sürdürür: “Dünya’da mevcut olarak tanıdığımız, bildiğimiz her şey, “dördüncü boyut”un ancak bir çizğisi üzerinde yer alır. Dördüncü boyutun bu çizğisi, bizim varoluş kesitimizin tarihi zamanıdır. Bildiğimiz, hissettiğimiz, tanıdığımız tek zaman budur. Ancak, biz farkında olmasak da, bizim zamanımıza hem parelel, hem de dikey olan “öteki zamanların” varlığına dair bir takım duygular sürekli olarak bilincimize girer. Bu “parelel zamanlar”, tamamen bizlerin zamanını andırmalarına ve “geçmiş”, “şimdi” ve “gelecek”ten ibaret olmalarına rağmen; “dikey zamanlar”, sadece “şimdiki zaman”dan ibarettirler. Zamanın parelel çizgileri, bir dokumadaki iplikler gibidir; dikey zaman ise, bu dokumanın çapraz ipliklerine benzer.”

Evreni en son haliyle altı boyutlu olarak gören Ouspensky’e göre, “Bu altı boyutun üçü mekan, üçü zaman boyutlarıdır. Bir dizi ihtimalin gerçekleşme çizgisi, zamandaki bir “çizgi”dir. Dolayısıyla, bir “zaman düzlemi”, sonsuz sayıda “zaman çizgisi” içerir. Mekan içersinde algıladıgımız her nesne, mekan içersinde gözle görülen boyutlarının yanısıra, bir de zamanın üç boyutu içerisinde uzanmaktadır. Bazı şeylerin “zaman bedenlerini”, örnegin atomaltı partikülleri, birer hayali   (olasılıksal) madde olarak görmemiz söz konusudur. Her şeyin komple biçimi altı boyutludur. Zaman çizğilerinden biri üzerinde yaşar, düşünür ve varlığımızı sürdürürken bizi farklı bir açıdan kesen altarnatif evrenlerdende etkileniriz.

Kısaca belirtmek gerekirse, Ouspensky’e göre, “Üç mekan boyutu ile üç zaman boyutunu bir bütün halinde içeren, “her şeyin her yerde ve her zaman var olduğu” ve “tüm ihtimallerin gerçekleştigi” altı boyutlu bir “yüksek evren mekanı” mevcuttur.”

Böylece, Ouspensky'nin bakış açısına göre, komple ''zaman-mekan, üç mekan boyutu ile üç zaman boyutunu bir bütün halinde içeren, her şeyin her yerde ve her zaman var olduğu'' altı boyutlu bir 'yüksek mekanı' ya da tüm ihtimallerin gerçekleşme mekanıdır.

1711-1718 yılları arasında yaşamış olan ''Rudjer (Roger) Joseph Boskovich” Osmanlı Yugoslavya’sında doğmuş ve rahip giysisi altında yaşamını sürdürmüş, bilim çevrelerinde ismi pek telaffuz edilmeyen bir entellektüeldir. Ünlü Relativite Teoremi’ni Dünya’da ilk kez fark eden kişi olarak bilinir. Zamanında bilinen ya da sonradan keşfedilecek olan tüm teknolojik olaylardan haberi olan, sanki yaşadıgı çagdan 200 yıl ilerde olan bir insandır. Çağdaş bilim geliştikçe, bilim araştırmanları onu yeni yeni anlamaya başlamışlardır J. Bergier’in “Les Maitres Secrets du Temps” (Zamanın Gizli Sahipleri) ve J. Buttlar’ın “Zeitriss” (Zaman ve Evren) kitaplarında onun hakkında ayrıntılı bilgi verilmiştir. Boskovich’in “Theoria Philosophiae Naturalis” adlı kitabı şu konuları kapsar: “Kendi aralarında birbirlerini etkilemeden dalgalanan evrenler; en yüksek katılıktaki madde biçimleri; sınırlı noktalar; iç yapılar; karmaşık molekül alanları; zincirleme tepkiler; olasılıklar; evrenin hiç bir zaman benzer durumlara dönemedigi düşüncesi, oranlılığın, gravitasyonel kütlenin ve hareketsiz kütlenin önemi.” Bu konuların çoğu, çağdaş matematik ve fiziğin en ileri alanları ile ilgilidir. ''Paralel evrenler'' bunlardan biridir. Young, Faraday, Maxwell ve Kelvin gibi ünlü fizikçiler, Boskovich’i kendilerine ilham veren en büyük haberci olarak görmüşlerdir. Ünlü Rus kimyacı Mendelief, onu Copernik’le karşılaştırır. Boskovich, “Theoria”sında, “Bizim zamanımızın dışındaki bir zamandan; yani şimdi, geçmişte ve gelecekte olmayan AN'lardan oluşmuş bir zaman dışı zamandan” söz eder. Ki bu ''zaman'' zaman yolculuğunun yapıldığı üstuzay-zaman boyutudur. Boskovich, bir yazısında ise şöyle demiştir: “Kendimize yeteri kadar hız verebilseydik, hiç bir güçlükle karşılaşmadan kapalı kapılar arasından ve en kalın duvarlar arasından geçmemiz mümkün olurdu”. Anlaşılıyor ki, Boskovich, yalnız kendi çağının değil, bulundugumuz çağın biliminden de ileridir. Boskovich’in önerdigi “Birlikçi Evren” kuramı, fizik, mekanik, kimya, biyoloji ve hatta ruh bilimini tek bir denklem içersine alır. Bu kuramda, madde, zaman ve mekan sonsuza kadar bölünebilir değildir; “tanecik”lerden oluşmuştur. Esas olarak Boskovich'in bu fikride benim zaman yolculuğu kuramımı destekler niteliktedir.Benim bulgularıma görede zaman' ın en küçük birimi, bir AN olarak ifade edilebilecek bir zaman dilimine yada en küçük zaman kuantumuna karşılık gelir. Yaptığım hesaplara göre en küçük zaman birimi ''sekseniki çarpı on üstü eksi yirmibeş saniye''dir. Bu değer ise benim ''1Asn'' dediğim bir zaman birimine karşılık gelir.


Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli 

         

Sayfalar: 1. 2.  3.  4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. <<İNDEX  ANASAYFA